23 Ekim 2000 Pazartesi

Karapınar çevresindeki Yer Şekilleri

 

KARAPINAR VE ÇEVRESİNDEKİ FARKLI MORFOJENETİK YERŞEKİLLERİ, ÖZELLİKLERİ VE  TURİZM POTANSİYELLERİ

 

Arş Gör. Sabri KARADOĞAN*

 

ÖZET

Jeomorfolojik özellikler ve bu özelliklerden kaynaklanan farklı yapılar ve topoğrafik elemanlar bir mekanın çekiciliği üzerinde etkili olan faktörlerdendir. Yeryüzünde çok farklı jenetik özelliklere sahip çok çeşitli ve zengin yerşekilleri, bulundukları yeri diğer yerlerden daha çekici kılan özellikler kazandırırlar .Bu alanlar özellikle turistik açıdan çekim merkezleri niteliğindedir. Birden fazla morfojenetik yerşekli grubunu bünyelerinden barındıran coğrafi mekanlar ise rekreatif, turistik hatta  bilimsel amaçlı seyahatlerin yoğun merkezleri haline dönüşebilmektedir.

Türkiye, doğal görünümün kıs mesafeler dahilinde değiştiği ve jeolojik çağlar boyunca çok farklı şekillendirici süreçlere ve morfoklimatik değişimlere sahne olması sebebiyle bu açıdan çok avantajlı bölgelere sahip bir ülkedir.

Karapınar ve yakın çevresi bu alanlardan biridir. Nitekim çevrede tespit edilen morfolojik elemanlar sahanın çok farklı süreçlerle şekillendiğinin kanıtıdır. Karapınar ve yakın çevresinde Kurak iklimlerin tipik yer şekillerini oluşturan kumul topoğrafyasının yanısıra çok zengin karstik ve volkanik yer şekillerini de bir arada görmek mümkündür. Karapınar çevresi, tüm bu jeomorfolojik elemanların bir arada ele alınarak, hedefleri bilimsel olarak belirlenmiş ve tüm çevre değişkenlerinin göz önünde bulundurularak yapılacak bir çevre planlamasıyla ülkemizin gözde turizm mekanlarından biri haline getirilebilir.

GİRİŞ

              Araştırmaya konu olan alan, İç Anadolu Bölgesinin Konya bölümü sınırları içinde, kabaca Konya-Aksaray, Konya-Ereğli karayolları arasındaki bir sahaya karşılık gelir. Karapınar yerleşmesi bu sahanın güney kesimini oluşturan Konya-Karapınar kapalı havzasının bir uzantısı durumundaki Sultaniye ovası üzerinde  yer alır.

Sahanın jeomorfolojik özellikleri, coğrafi konumu, jeolojik yapısı ve yörenin iklim özellikleri, bilhassa geçmişteki iklim salınımları ve etkileri  ile yakından ilgilidir. Bu nedenle farklı iç ve dış etken ve süreçlerin eseri olan yerşekillerinin bir arada görülebilmesi, ilk bakışta sade ve monoton gibi görünen bölgenin aslında çok farklı morfodinamik süreçler etkisinde kaldığının ve bir geçiş alanı olduğunun kanıtıdır. Nitekim, Pleyistosen de sınırları değişen morfoklimatik bölgelerin etkisi en fazla bu bölgede hissedilmiştir. Değişen klimatik şartlara bağlı olarak Konya ve Tuz Gölü kapalı havzalarındaki göl seviyelerinin değişiklik göstermesi, hatta tamamen çekilmesiyle geride hareket kabiliyeti fazla bir litoloji ortaya çıkmış, buna paralel kurak şartlara ve rüzgarın korrazif etkisine bağlı olarak ülkemizde ender rastlanan eoliyen şekiller meydana gelmiştir. . Yine aynı şekilde havzalar arasındaki  seviye değişimi yer altı suyu hareketini arttırarak, yapısını  eriyebilen kayaçların oluşturduğu Obruk Platosundaki karstik şekillenmeyi hızlandırmış ve aynı şekilde benzerlerine ülkemizde pek rastlanmayan obruklar ve diğer karstik erime-çökme şekilleri oluşmuştur. Bu morfodinamik süreç günümüzde gözle görülür bir biçimde  devam etmektedir. Öte yandan bölge jeolojik ve tektonik özelliklerine bağlı olarak dördüncü zaman başlarında yoğun bir volkanik faaliyete maruz kalmış ve oldukça genç ve zengin bir volkanik rölyef oluşmuştur. Bütün bu farklı morfojenetik ve morfodinamik süreçlerin eseri olan ve bölgede hemen bir arada gözlenebilen  farklı çeşitli ve orijinal rölyef  bölge turizmi açısından zengin bir potansiyel sunmaktadır. Son yıllarda değişen turizm anlayışı ve talepleri ile farklı tercihler dikkate alındığında  sürdürülebilir kaynak ve doğal değerler açısından Karapınar çevresinin gözden geçirilmesi gerekmektedir. Ayrıca jeolojik ve jeomorfolojik özellikleri ile saha bilimsel araştırmalar açısından da önemini korumaktadır.

Bu çalışmada Karapınar çevresinin jeomorfolojik olarak oldukça önemli ve görülmeye değer yer şekilleri oluşum süreçleri ve mekanizmalarına bağlı olarak üç grup altında toplanarak kısa ve öz olarak değerlendirilmiş ve özellikleri açıklanamaya çalışılmıştır.

KARSTİK YERŞEKİLLERİ

Karapınar çevresi karst jeomorfolojisi bakımından zengin bir rölyefe sahiptir.

 Karst topoğrafyasına ilişkin sahamızda görülen şekiller, polyeler uvalalar dolinler obruklar  düdenler ve mağaralardır.

Polyeler:

Dikmen Polyesi: Obruk Platosunun en büyük karstik oluşumlarından biridir. Bir senklinal içinde gelişmiş olup uzunluğu 14 km dir. Dört ayrı uvalanın birleşmesinden meydana gelmiştir. Batısında fay diklikleri mevcuttur. Doğu yamaçlarında ise badlands topoğrafyası gelişmiştir.

Meyil uvalası: İçinde meyil obruğu ve iki düden bulunmaktadır. Genişliği 1.5, uzunluğu 2.5 km dir.

Karkın Uvalası: Karkın obruğu güneyinde bir senklinal içirde gelişmiştir. 9 km uzunluğunda 2.5 km genişliğindedir.

Dolinler:

Platodaki obrukların büyük bir kısmı dolinlerin gelişimiyle oluşmuşlardır. Yani obruk adını almış birçok yer şekli gerçekte birer dolindir.

Gözlük yaylası dolini: Çıralı obruğunun kuzeybatısındadır. Kuzey güney ekseni 450 m. Doğu batı ekseni ise 400 m olup kabaca daireseldir. Derinliği ise 20 metredir. Yamaçları kalker tabakalrı nedeniyle korniş şeklindedir.

Küçük Gözlük dolini: Gözlük yaylasının kuzeyindedir. Uzun ekseni 500 kısa ekseni 450 metredir. Derinliği 12 metre olup tabanı düz ve toprak ile kaplıdır.

Kayaaltı dolini: Çifteler obruğunun güneybatısında olup elips biçimindedir. Bunun da uzun ekseni 500 kısa ekseni 450 metredir. Derinliği 15 metre olup kenarlarında birikinti konileri oluşmuştur.

Düdenler:

Bölgedeki uvala ve polye tabanlarında sıkça rastlanan karstik şekillerdendir. Yüzey sularını yeraltına geçişini sağlayan bu doğal kuyuların kimisinin ağzı kapanmıştır. Kızıl obruk yakınlarındaki Yeni Opan düdenini ağzı açık olup derinliği 70 m civarındadır.

Obruklar:

Karst jeomorfolojisinin önemli şekillerinden olan obruk teriminin, Türkiye de en çok araştırma sahamızda kullanılması tesadüf değildir. Obruk teriminin çok çeşitli açıklamaları yapılmış ve bir çok araştırıcının araştırma konusu olmuştur.

Obrukların karstik kökenli derin doğal çukurluklar ya da kuyular olduğu artık bilinen bir gerçektir. Bu şekiller genellikle yeraltındaki mağara tavanlarının çökmesiyle meydana gelir. Fakat bunda çökmenin meydana geldiği yerin yakın ve uzak çevresiyle hidrolojik ilişkisi son derece önemlidir. Öyleyse obruklar her yerde oluşmayan özel şekillerdir. Bu açıdan obrukların yoğun olduğu ve belirli bir çizgisellik boyunca üzerinde dizildikleri platonun bir özelliği olmalıdır. Gerçekten de Obruk platosu obrukların oluşumu için en ideal şartları bünyesinde bulundurmaktadır. Bu şartları başka bir coğrafya da gözlemleyebilmek mümkün değildir.

Biricik (1992) e göre karstik bir çukurluğu obruk denilebilmesinin ya da tama anlamıyla bir obruğun oluşabilmesinin birtakım şartları vardır. Bunlar:

1-Taban seviyeleri ve yükseltileri farklı  iki komşu havzanın bulunması: Bunlar bir sübsidans havzası, tektonik kökenli bir havza, karstik bir depresyon, bir dağ içi ovası göl veya bataklık bir alan ya da geniş tabanlı alüvyal bir ova olabilir.

2-Bu iki havzayı biribirnden ayıran bir eşiğin varlığı. Bu alan obrukların oluşacağı alandır.

3-Havzalar arasındaki sözkonusu eşiğin karstlaşmaya uygun litolojiden oluşması.

4-havzaların hidrolojik olarak biribirine bağlı olması.

5- Her iki havzanın yerealtı ve yer üstü su seviyelerinde  zamanla oynamalar olması.

 Bir obruk ancak bu beş şartın kombinasyonuyla oluşabilir.

Obruk platosundaki obrukların oluşumu bu şartlara uygunluk göstermektedir. Şöyleki:

Sözkonusu iki havzadan biri tuz gölü havzası, diğeri ise Konya-Karapınar havzalarıdır. Konya havzası tabanının ortalama yükseltisi 1000 metre en alçak yeri ise 985 metredir. Buna karşılık Tuz gölü havzasının ortalama yükseltisi 950 metre en alçak yeri olan göl yüzeyi ise 905 metredir. Böylece iki havza tabanı arasındaki seviye farkı maksimum 80 metreyi bulur.

Bu iki havza arasında ise “Obruk Platosu” adı verilen ve kalker, marn, tuz ve anhidrit gibi eriyebilen kayaçlardan oluşmuş dalgalı bir plato vardır. Aynı formasyonlar Konya-Karapınar havzası ve tuz gölü havzası tabanında da izlenmektedir.

Tuz gölü hidrolojik olarak Konya havzasının etkisi altındadır. Bu özellik plüvial devrelerde de sözkonusu olmuştur. Erol (1969) araştırmasında Tuz gölünün pleistosendeki seviye değişmelerinin konya gölündeki değişmeyle uygunluk gösterdiğini ileri sürmektedir. Dolayısıyla plüviyal dönemler obrukların oluşumuna uygun diğer uygun koşulları hazırlamış adeta obrukların derinleşmesini sağlamıştır. Yeraltı su seviyesindeki değişmeler karstlaşmayı hızlandırmış ve zamanla galeri ve mağara gibi büyük yeraltı boşlukları meydana gelmiştir. Daha sonra bu mağara ve galeri tavanlarının çökmesiyle obruklar oluşmuştur (Şekil:1).

 

 

 Obruk platosundaki obrukların belirli bir doğrultu boyunca dizildikleri gözlenir (KB-GD). Bu doğrultu genellikle yeraltı suyunun kanalize olduğu doğrultuyla paralellik gösterir.

Kuzeybatıda Kızören Obruğu, güneybatıda ise maar görünümündeki Acıgöl arasında diziler şeklinde sıralanmış olan obruklar şunlardır:

Kuru Obruk, Meyil Obruğu, Ak Obruk, Karain Obruğu, Hamam Obruğu, Kızıl Obruk, Celal Obruğu, Kurk Obruk, Yeni Opan Obruğu, Yarım Obruk, Derin Obruk, Fincan Obruğu, Potur Obruk, Kangallı Obruğu, Zincancı Obruğu, Çıralı Obruk,  Yunus Obruğu, Kayalı Obruğu, Çifteler Obruğu I, Çifteler Obruğu II, Cehennemderesi Obruğu, Dikmen Obruğu, Karkın Obruğu, Güvercinli Obruk.

Platonun en ilginç görünümüne sahip obruğu Çıralı Obruk’tur. Üst Neojene ait karasal dolgular içinde gelişmiştir. Kazan şeklindeki obruğa batı yamaçtaki bir patikadan inilir. Obruğun batı yamaçlarında oluşmuş boşluklarda eski yerleşimin izlerini taşıyan mağara meskenleri mevcuttur. Bu mağara yerleşmelerinin Roma dönemine ait oldukları ileri sürülmektedir. Obruğun dairesel biçimdeki ağız çapı 375 metre göl düzeyi çapı ise 185 metredir, göl maksimum derinliği ise 35 metre, üst düzey ile göl yüzeyi arasındaki derinlik ise 81 metredir (Foto:1).


Kızören Obruğu sahamızdaki obrukların en derinidir. Obruk hem paleozoik hem de Neojen çökelleri içinde oluşmuştur. Sert ve gevşek tabakaların ardalanması yamaçlarda farklı aşınmaya neden olmuştur. Obruğun kristalize kalkerlerden ibaret kuzeydoğu yamacı faylanmadan dolayı oldukça diktir. Obruk geniş bir havzanın sularını geçici bir akarsu ile drene eder. Obruk dairesel biçimde olup ağız kısmı çapı 300 metre, göl yüzeyi ile üst düzey arasındaki yükselti farkı 26 metre, gölün maksimum derinliği 145 metredir.

En büyük ve derin obruklardan biri de Meyil Obruğu’dur. Meyil Uvalası’nın kuzeyinde bulunan Neojene ait farklı tabakalar içinde oluşmuştur. Tabakaların hafif eğimli olmasından dolayı obruk yamaçları bakışıksızdır. Obruk çukurluğu uvala tabanından bir eşikle ayrılır. Bu eşik üzerinde yayla yerleşmeleri mevcuttur. Obruğun doğu –batı yönünde ekseni 435 metre, toplam derinliği 104 metredir.

Güvercinli Obruğu yeni oluşmuş bir obruktur. 1977 yılında üzerinde bulunduğu tarlada çalışıldığı sırada çökmeler meydana gelmiş ve obruk insanların gözü önünde oluşmuştur. Ağız kısmı dar  tabanı geniştir.

Elips şeklindeki obruğun uzun ekseni 650 m kısa ekseni ise 600 metredir.

 

VOLKANİK YERŞEKİLLERİ

Karapınar çevresinde çeşitli dönemlerde oluşmuş volkan morfolojisine ait çok çeşitli ve zengin şekiller mevcuttur. Bunların bir bölümü özelliklerini koruyan genç ve taze şekiller olup volkanik tipolojiye  benzersiz önnekler oluşturmaları açısından oldukça orijinal şekillerdir. Sahamızdaki en büyük ve en eski volkanik kütleyi karacadağ oluşturur. Aynı zamanda çevredeki en yüksek ve en arızalı topoğrafik ünite olan karacadağ piroklastik maddelerden ve asit-nötr karakterdeki lavların oluşturduğu bir strato volkandır. Bu dağlık kütle üzerinde çeşitli volkanik birikim ve tahrip şekillerinden olan koniler kalderalar kraterler ve lav akıntıları yanında baarrankoslar planez şekilleri ve neck ler gibi aşınım şekilleri de mevcuttur (Biricik,1992).

Karacadağ ile Karaman’ın kuzeyindeki Karadağ arasında, üzerinde Karapınar’ın da bulunduğu ve güneybatı kuzeydoğu doğrultulu bir hat üzerinde serpilmiş oldukça yeni volkanik bir rölyef mevcuttur. Bunlar birer patlama çukuru olan Acıgöl ve Meke Tuzla Gölü,  Meke  Andıklı ve Küçükmedet Tepesi gibi volkan konileri, tipik bir lav havuzu olan Karapınar taşlığı ve Karapınar doğusunda serpilmiş olan irili ufaklı tepelerdir. Bir kısmı Neojen örtü tortullarının altında kalmış bir kısmı da plato yüzeyinde belirgin bir rölyef meydana getiren bu tepelerin kökeni hakkında çeşitli düşünceler ileri sürülmüş, bunların birer inselberg mi, eski büyük bir karstik ova tabanında ki humlar mı,  ya da Oligo-miyosen penepleni üzerinde yükselen monadnoklar mı olduğu yolunda çeşitli görüşler belirtilmişse de bunların birer volkanik nek olduklarından kuşku yoktur.

Nisbi yükseltileri 25-120 m arasında değişen sözkonusu tepeler şunlardır:

Andıklı Tepe, Timur Tepe, keltepe, küçük Tepe, Düynüksüz Tepe Çaltepe, Heyikli Tepe.

Karapınar çevresinde  Pleistosen de meydana gelen volkanik faaliyetler birkaç safhada oluşmuştur. Birinci safhadan önce birtakım koniler oluşmuş, sonra aşınarak lav tıkaçları halinde tepeler meydana gelmiştir. İkinci safhada koni şeklinde yığılmalar olmuştur. Üçüncü safhada çok safhalı ve havuz biçimli lav yığılmalarına yol açan püskürmeler meydana gelmiştir. Örneğin: Karapınar ın güneyindeki Andıklı T. (1119 m) Meke nin güneyindeki Küçük Medet T. (1302) ve onun güneyindeki Ayırtmeke T.(1278 m) bu püskürmeler sonucu meydana gelmiş tipik lav havuzlarıdır. Dördüncü safhada taze görünüşlü volkanik şekiller ve piroklastik koniler oluşmuştur. Beşinci safha “patlama kraterleri safhası”dır. Bu devrede KD-GB yönlü bir hat boyunca Acıgöl, Meke Tuzlası, Meke oluğu gibi patlama kraterleri oluşmuştur. Altıncı safhada ise MekeTuzlası ortasındaki kül konisi ve parazit koniler meydana gelmiştir (Atalay 1987).

Bu safhaların Würm buzul döneminde meydana gelmiş olmaları muhtemeldir. Çünkü Würm de oluşan göl volkanik örtüyü etkilemiş ve birtakım kıyı şekilleri meydana getirmiştir.

Konya Ereğlisi’nden Karapınar’a giderken, Karapınar yakınında yolun sağ tarafında Karacadağ’ın güneybatı eteğinde Acıgöl patlama krateri yer alır. Yolun solunda ise Tuzla Gölü bulunmaktadır.

Acıgöl’ün en geniş yeri yaklaşık 1.5 km olan elipsvari bir patlama (maar) krateridir (Foto:2). Kraterin çevresinde piroklastik malzeme bulunmaktadır. Yamaçlarından dik bir eğimle tabandaki göle inilir. Göl suyu tuzludur (Erol 1969). Pleyistosen de Tuz gölü ile ilişkili olabileceğini ileri sürmektedir. Kuvaterner başlarında oluşmuş olan Acıgöl, o zaman ki Konya gölü tabanında oluşmuştur. Dolayısıyle bir su altı volkanizmasından bahsetmek mümkündür. Ayrıca göl çevresindeki travertenler dikkat çekicidir. Volkanik bir arazide travertenlerin varlığı derinden gelen suların kireçli olduğunun belirtisidir.

 

Acıgöl’ün 2 km güneybatısında Tuzla Gölü Krateri (Meke Tuzlası) bulunmaktadır. Elips şeklindeki patlama kraterinin içinden nisbi yüksekliği 40-50 m olan bir piroklastik (tefra) koni yükselir. Bunun tepesinde küçük bir krater mevcuttur. Koni yamaçları ile maar duvarları arasında bir göl bulunmaktadır. Erol a göre bu küçük göl çanağı son pluvial de kabarmış olan Büyük Konya gölü ile kaplanmış olmasına rağmen  o sırada Meke Gölü’nde mevcut suyun biraz daha fazla olduğu düşünülebilir. Ve bugünkü  tuzun son pluvialden bugüne kadar ki buharlaşmadan arta kaldığı söylenebilir (Sür,1971).

Erinç (1971) e göre buradaki şekiller oldukça yenidir. Pliyosen ile son plüviyal arasında meydana gelmişlerdir.  Çünkü, son safhaya ait bazalt akıntılarının kenarları, son plüviyale ait bir gölün dalgaları tarafından işlenmiştir.Ayrıca bu maarların çevresinde iki diatrema çukuru bulunmaktadır. Karapınar’ın güneydoğusunda yer alan Meke Dağı (1280 m.) ise dik yamaçları ve krateriyle tipik bir piroklastik volkan konisidir. Ova tabanından nisbi yükseltisi 280 m. yi bulan koninin yamaçlarında tipik barrancoslar (volkan konisi yamaçlarındaki ışınsal sel yarıntıları) oluşmuştur.

 


 Foto:4. Yamaçlarında ışınsal drenaj oluşturmuş barrancoslarıyla tipik bir piroklastik koni olan Meke Dağı volkan konisi (Foto Taç).

Sonuç itibariyle Karapınar çevresindeki volkanik rölyef  jeomorfolojik öneminin yanısıra doğal peyzaj açısından da oldukça ilginç şekiller arzetmektedir.

 

RÜZGAR (EOLİYEN) ŞEKİLLERİ:

Bunlar genellikle aşındırıcı ve biriktirici bir faktör olarak rüzgar tarafından oluşturulmuş kumul şekilleridir. Kurter (1979) a göre İç Anadolu yarıkurak bölgesi playalar, pediment ve kum rölyefi ile tipik bir kurak bölge şekillenmesine sahne olmaktadır.

Genelde küçük boyutlu şekillerden ibaret olsa da, kum reliefi içinde birbirinden farklı boyutlara varan şekiller mevcuttur. Bunlar genellikle, kum örtüleri, kum tümsekleri, minyatür barkanlar ve barkan sırtlarıdır. Arızalı sahaları oluşturan tepelik alanlar üzerinde ise, asimetrik sırtlar üzerindeki kum örtüleri ve barkanlar, boyun ve gedik barkanları, kum gölgeleri ve dağ eteği kumulları görülür.

Bu relief şekilleri araştırma alanımızın W ‘da tepeliklerin S’de ve E’da hatta Karapınar ovasına kadar uzanan alanda da görmek mümkündür. Bunların oluşumlarında yüzey şekilleri, rüzgar yönü ve şiddeti başlıca rolü oynamıştır.

Taban arazinin özellikle güney kesimleri deflasyona uygun litolojik ve topoğrafik özellikler göstererek rüzgar erozyonuna uygun zemini hazırlamaktadır. Erinç (1963) e göre de sahada kumların köken itibari ile  daha ziyade eski flüviyal (akarsu) delta depoları oldukları belirlendiği için, bu bakımdan da inceleme sahasının durumu deflasyona uygundur. Sözkonusu depolar her halde son glasiyale tekabül eden bir plüviyal (nemli) devrede havzasının alçak kısımlarını kaplayan eski bir gölün tabanında fakat özellikle kıyılarında çökelmiş olmalıdır. Çapraz tabakalaşma düşey yönünde unsur boyutunun çok sık değişmesi, bunların eski göle dökülen düzensiz akarsular tarafından delta sedimentleri halinde yığıldıklarını ifade etmektedir. Gölün ortadan  kalkmasından sonra bugün bu depolar, havzanın en çukur yerlerini çevreleyen dolgu taraçaları oluşturmak üzere meydan da kalmış ve seller tarafından  yer yer yarılmıştır  (Erinç,1963).

Karapınar civarında, özellikle batıda daha belirgin olmak üzere bu depoların bir birinden belirgin dikliklerle ayrılmış iki, belki de üç  taraça oluşturduğu saptanmıştır. Bundan da plüviyal sayısının birden fazla olduğu veya hiç değilse son Plüviyalin bazı safhalar arz ettiği gibi bir sonuca varılır (Erinç, 1963). Karapınar Ovasında hakim rüzgarlardan birini oluşturan SW sektörlü rüzgarlar taşınmaya uygun yapıda ve boyuttaki malzemeleri bu sahalardan havalandırarak NE yönünde taşımaktadır. Bu süreçte Rüzgar erozyonu açısından sahamızdaki bir diğer jeomorfolojik faktör volkanik rölyeftir. Bu kesime kadar taşınan malzemeler volkanik tepelerin ve özellikle Karapınar taşlığının gerisinde biriktirilerek çeşitli kum rölyef şekilleri oluşturulmuştur. Zaman zaman güçlü SW sektörlü rüzgarlar Karapınar taşlığını da aşarak hem volkanik taşlık üzerinde birikim şekillleri oluşturmuş hem de kum yığınlarını Karapınar önlerine kadar getirilebilmiştir.

Rüzgar bu hareket alanı içinde kurak bölge topografyasını andıran yeni bir morfolojik yapının  şekillenmesine neden olmuştur. Sözü edilen bu morfolojik birimler Karapınar erozyon alanında adeta bir çöl manzarasını oluşturmuştur. Bu birimlerden kum örtüleri, geniş alanlara yayılarak etkili olurken, hareket kaynağında beliren barkan sırtları ise önemli yükseltiler oluşturmuştur.

Erozyon sahasında oluşan kum relief  şekillerini ERİNÇ’in tasnifine uyarak  aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:

Düz Alanlardaki Kum  Şekilleri

Bu relief şekilleri araştırma alanımızın batısında tepeliklerin güneyinde ve doğusunda hatta Karapınar ovasına kadar uzanan alan da görmek mümkündür. Oluşumlarında yüzey şekilleri, rüzgar yönü ve şiddeti başlıca rolü oynamıştır. Belirtilen bu alan içindeki kum relief şekilleri şunlardır:

Kum Örtüleri

Bu hareketli kum örtüleri gevşek ve atrisyon (parçalanma) sonucunda ufalmış unsurlar ile diğer kum reliefi tiplerinin oluşması ve gelişmesini büyük ölçüde besleyen birer kaynak vazifesi görmüştür. Kalınlıkları değişiktir. Yüzeyleri genelde ripple-marklarla kaplıdır. Bazı alanlarda ise bunların üzerinde 25-30 cm yüksekliğinde, küçük barkanların yan yana sıralanmaları ile meydana gelmiş minyatür enine kumul sıralarının meydana gelmiş olduğu görülür. Gerek bu şekiller gerekse ripple-marklar kuzey rüzgarların etkisine bağlı olarak oluşmuşlardır.

Oluşan bu kum örtüleri, Karapınar playasının[1] tabanında, bu playanın güneybatısındaki uzantısı olan Hotamış playasına geçildiği alanda, Karapınar’ın doğusunda Karadağ’ın SW etekleri  önünde geniş alanlar kaplar (Erinç, 1963).

Kalkan Şekilli Kum Tümsekleri (Kum Kalkanları)

Kum tümsekleri küçük boyutlu olup, 30-40 cm yükseklik oluşturabilmektedir. Asimetrik bir profil göstererek hafif eğimli yamaçları  egemen rüzgar yönüne bakarken, dik yamaçları dulda kısımlarına  karşılık gelir (Şekil:2). Dulda kısımlar genelde  bir bitki tarafından kaplanırken, rüzgarın girdabı hareketleri ile altı oyulmuştur. Tamamı çıplak olan kum tümseklerine de rastlanır. Kum tümseklerinin üzerinde 1-2 cm ve daha az kalınlıkta tuz birikme tabakası var. Tümseklerin uzun eksenleri ripple-markların gösterdiği üzere hakim rüzgar yönüne paralel olup, N 10° E doğrultusundadır (Erinç,1963).



Minyatür Barkanlar

Minyatür barkanlar karışık şekiller göstererek genelde minyatür bir barkan manzarası oluştururlar. Gerek Kındam köyü civarında, gerekse Karapınar tepeliğinin kuzey eteklerinde bunların tipik örneklerini görmek mümkündür. Barkanlar egemen rüzgar yönüne paralel olarak uzanırlar. Yamaçları asimetrik ve rüzgara karşı olan tarafı eğimli, dulda olanı ise diktir. Yükseltileri 50-60 cm kadardır (Şekil:3).

Minyatür barkanlar olarak adlandırılan bu şekillerin, hakim rüzgar yönüne paralel olarak oluşması, kum kalkanlarının tali rüzgarların etkisinde kaldıkları sahalarda bu ikisinin bileşkesi  yönünde uç çıkarması ve uzaması ile oluştukları tahmin edilmektedir. Bu uzanış sonucunda bazen belirli kum kalkanlarının birbirleri ile birleşerek ve kademeli bir uzanış gösteren küçük  kumul sıralarını meydana getirdiği tespit edilmiştir (Erinç , 1963), (Şekil:4).

 


Arızalı Topoğrafya Üzerindeki Kum Relief Şekilleri

Bunlar Karapınar güneyindeki tepelik saha üzerinde görülürler. Oluşumlarında topoğrafya şekillerinin ve zemin arızalarının, rüzgar yönü, şiddeti ve genelde hava akım hatları üzerinde yaptıkları değişiklikler başlıca rolü oynamıştır. Bunları kendi arasında çeşitli gruplarda incelemek mümkündür.

Asimetrik Sırtlar Üzerindeki Kum Örtüleri ve Barkanlar

Karapınar’dan  güney yönünde ilerlendiğinde “Karapınar Kumluğu” adı altında  gösterilen volkanik kayalardan oluşmuş tepelik sahaya  tırmanıldığı zaman asimetrik profilli bazı sırtlarla karşılaşılır. Bunların dik yamaçları güneye bakar ve çıplaktır. Kuzeye bakan hafif eğimli yamaçları sırtların doruğa doğru kalınlaşan kum örtüleri ile kaplıdır. Kum örtüleri tüm doruk üzerinde, dik bir kayma yamacı ile belirginleşerek, bir barkan şekli oluşturur.

Buradaki kumların kökeni pleistosen göl depolarıdır. Kum örtülerinin asimetrik oluşu, barkanların duruş şekli bu kum örtülerinin ve onların üzerindeki şekillerin  kuzey rüzgarları ile meydana getirildiğini açıkça göstermektedir (Erinç, 1963)

Boyun Ve Gedik Barkanları

Karapınar tepeliği üzerinde rüzgarın kanalize olduğu birçok boyun noktaları ve gedikler vardır. Buralarda büyük barkan şekilleri görülür (Şekil:5). Bunlar boynun veya gediğin genişliğine bağlı olarak bazen tek, bazen de birbirine eklenmiş birkaç barkandan oluşmuştur. Eğimli yamaç güneye bakarken kayma yamacı kuzeye bakmaktadır. Böylece bunların da kuzey rüzgarlarının eseri oldukları anlaşılır (Erinç,1963).

Kum Gölgeleri

  Karapınar tepeliği üzerindeki vadilerin tabanlarında görülen şekillerden biri de kum gölgeleridir. Bu gibi vadiler de hızı artan hava hareketi kumları genelde kenara doğru yığarak, vadi tabanını adeta süpürür. Böylece vadinin iki tarafında, kum örtülerinden, kum kalkanlarından ve minyatür barkanlardan oluşmuş birer şerit oluşurken, vadinin süpürülmüş olan orta kısmı, orta kalın köşeli taşların ve blokların serpilmiş bulunduğu bir nevi çöl kaldırım manzarasını alır. Ancak burada bir yerli kayanın bulunduğu hallerde orada durum değişir. Bu taktirde yerli kayadan veya çok iri bloktan oluşan birer kum yığınının oluştuğu görülür. Bu kum yığını engelini dulda alanında nispeten  alçak, rüzgarın geldiği yere bakan tarafta ise yüksek ve çok daha uzun olan bir kuyruktan oluşur (Erinç, 1963), (Şekil:6).



Dağ Eteği Kumulları (Ketir Tepesi Sahası)

Karapınar tepeliğinin güney eteklerinde görülür. Tümü barkanlar veya barkan sıraları halindedir. Ancak bu saha tepeliğin üstünden ve kuzey kısımlarından farklı olarak, kuzey ve güney rüzgarlarının hakim etki alanları arasında adeta bir sınır bölgesi teşkil eder. Bu nedenle barkanların duruş şekilleri değişiktir. Tepeliğin  eteklerine doğru inildiği kısımlarda, dik yamaçları güneye bakan uç uca  sıralanmış  barkanlar görülür. Bunlar kuzey rüzgarları ile tepelik kısımlarda sürüklenen kumların tepenin eteğinde, yani rüzgar hızının azaldığı alanda birikmeleri ile meydana gelmiştir. Buna karşılık daha aşağılardaki düzlüklerde dik yamaçları tepelik sahaya yani kuzeye dönük olan barkanlardan oluşan sahaya geçilir. Bu kumullarda güney rüzgarlarının bu topoğrafik engel ile karşılaştıkları yerde hızlarının kesilmesi sonucunda meydana gelmişlerdir, yani güney rüzgarlarının eseridir.

Tulani Kumul Sıraları (Hareketli Kumul Barkanları Sahası)

Bunlar kumul sahası içinde en geniş ve büyük relief   tipini oluşturur. Karapınar’ın 10 km güneyinde görülürler. Uzaktan görünümleri monaklinal bir yapı üzerindeki kuestaları andırır. Bu kumul sırtlarının eksenleri NNW-SSE yönündedir. Sırtları yumuşak yükseltiler çizerek uzanır . Eksenleri boyunca yükseltileri sabit değildir ve SSE yönünde alçalır. Profilleri daima asimetriktir ve genelde ENE yönüne bakan yamaçları çok daha diktir. Bu kısım kayma yamacına karşılık gelir. Bununla beraber bir çoklarının güney kısımlarında kayma yamacının yer değiştirdiği ve WSW yamaçlarının daha dik olduğu tespit edilmiştir (Şekil:7). 

 Bu şekillerin sahada daha büyük bir frekans gösteren NNE rüzgarları ile zaman zaman büyük şiddetle estiği bilinen güney rüzgarlarının ortak eserleri olduğunu kabul etmek gerekir. Bununla beraber, şekillerinin ortaya koyduğu  üzere bunların meydana gelişinde güney rüzgarlarının daha çok rol oynadığını ilk şekillerinin bir barkana karşılık geldiği anlaşılmaktadır. Çok dik olan kayma yamacının NNE yönüne bakması ancak bu şekilde açıklanır. Bu kumulların  kuzey rüzgarlarının etkisi altında kalmakta ve güney rüzgarlarının meydana getirdiği barkanlar kuzey rüzgarlarının etkisi ile şekil değişikliğine uğramaktadır. Nitekim yer yer aynı kumul üzerinde WSW karşı koyma yamaçlarının oluşu bunu doğrulamaktadır.

 Böylece gelişen ve işlenen kum reliefi ise sonuçta, iki zıt rüzgar yönünün bileşkesi doğrultusunda yani NNW – SSE doğrultusunda birbirine eklenerek uzamış barkanlardan oluşmuş, bir kumul sırası haline dönüşmüştür (Erinç,1963). Oluşan bu barkan sırtlarının eni 150 m ,boyu 240 m ve yüksekliği 41 m’yi bulmaktadır. Bu barkanların rüzgarın esiş yönünde eğimi % 5-17 iken diğer yönlerden % 20-48 dir. Ana zemin üzerinde ay şeklini andırırlar.

Karapınar çevresinde görülen kum rölyefi Her ne kadar erozyonla mücadele sürecinde başlangıçtaki görünümlerini ve oluşum hızlarını kaybetmişlerse de, ancak kurak iklim bölgelerinde rastlayabileceğimiz çöl topoğrafyasına ilişkin orijinal şekiller olmaları itibariyle ülkemiz açısından benzersiz ve ilginç örnekleri oluşturmaktadır.

 

SONUÇ

Karapınar çevresi oldukça genç ve güncel jeomorfolojik gelişmelere sahne olmuş ve farklı morfojenetik süreçlere ait orijinal rölyef şekilleri oluşmuştur. Saha, bu özellikleriyle  doğa ve bilimsel turizm açısından oldukça zengin bir potansiyel sunmaktadır

Araştırma alanındaki doğal değerlerin sürdürülebilir turizm anlayışı içinde kullanılabilmesini sağlayabilmek için bu bölgenin doğal sit alanı olarak kabul edilmesi arazi   kullanımı ile ilgili uygulamaların çevrenin ekolojik yapısı göz önünde bulundurularak    gerçekleştirilmesi  gerekmektedir.

Özellikle obruk gölleri ve volkanik şekiller ile çevrelerindeki yapının bozulmaması için gerekli tüm önlemler alınmalı ve buralardan malzeme temini yasaklanmalıdır.

 İlgili morfolojik şekiller güzergahındaki yollar iyileştirilmeli düze yakın bir topoğrafya üzerinde serpilmiş olan bu doğal değerleri tanıtıcı ve yerlerini gösterici  lokasyon ve tanıtım tabelaları konmalı, ve onları tanıtıcı ve oluşumlarını açıklayıcı nitelikte yazılar yazılarak doğal çevreyi koruyucu hatırlatmalar yapılmalıdır.

Bası yayın, internet, turizm sektörünün çeşitli birimleri aracılığıyla bölgenin zenginlikleri tanıtılmalı gerektiğinde festival, şenlik panayır, sergi konferans sempozyum, kongre gibi etkinlikler düzenlenmelidir.

Tüm morfolojik doğal değerlerin ayrıntılı bir envanteri çıkarılmalı ve bunlar bölgenin diğer çekici unsurlarından olan kültürel beşeri ve tarihi değerleriyle birlikte ele alınarak koordinasyonları sağlanmalı kalıcı ve akılcı koruma-kullanım amaçlı uzun devreli turizm gelişim planlaması yapılmalıdır. Bu planlamada, doğal kültürel ve rekreasyonel kaynak değerlerinin korunması, geliştirilmesi ve devamlılığının sağlanması, Kaynak-estetik bütünlüğünün ve idari fonksiyonelliği sağlayacak kararlar içermesi hedef alınmalı, jeomorfolojik yapı planlamaya temel teşkil etmelidir.

Fotosafari ve traking gibi aktiviteler yanında amatör ve bilimsel doğa gözlemleri ve çalışmalarına olanak sağlanmalıdır.

İlgili turizm birimlerince bir tanıtım merkezi kurulmalı, çevrenin jeomorfolojik yapısı ve orijinleri ile ilgili görsel araçlar yardımıyla bilgiler verilmelidir. Burada yabancı dil ve jeomorfoloji bilen uzmanlar bulundurulmalıdır. Hatta bu bölgeyi gezi güzergahı ve araştırma gözlem alanı olarak seçen bilimsel grup ve eğitim kurumlarının uzun veya kısa vadede ihtiyacını karşılayabilecek, eğitilmelerini, bilgilendirilmelerini sağlayabilecek eğitim ve dinlenme tesisleri ile jeolog, jeomorfolog ve diğer doğa bilimcilerin faydalanabileceği bir laboratuvar kurulabilir. Çünkü bölge, farklı ve zengin morfojenetik yerşekillerinin varlığı yanında paleoiklim, pleyistosen göl seviyeleri ve iklim değişmeleri, jeoarkeolojik özellikleri ile araştırıcıların ilgi odağı olmaya devam edecektir. Sonuçta Karapınar çevresiyle birlikte hem turizm hem de eğitim ve bilimsel işlevini yerine getirmiş olacaktır.

 

BİBLİYOGRAFYA

 ATALAY, İ., 1987, Türkiye jeomorfolojisine Giriş;            Ege Üniv. Ed Bil. Fak. Yay. No: 9 İzmir

ERİNÇ, S., 1963, İç Anadolu Karapınar Çevresindeki Kum Reliefi Hakkında;      İst.Coğ. Enst. Derg. VII. No: 13 . İstanbul

ERİNÇ, S., 1982, Jeomorfoloji Cilt I, İst.Üniv. Coğrafya Enst. Yay. No. 2931.İstanbul.

EROL, 1969

GÜNDÜZ, İ., 1980, Bütün Yönleri İle Karapınar; Karapınar  - Konya

KURTER, A., 1979; Türkiye'nin Morfoklimatik Bölgeleri, İ.Ü.Coğr.Enst.Yay. No:106, İstanbul

KURTER, Ajun, (1979), Türkiye’nin Morfoklimatik bölgeleri,İstanbul Üniversitesi Yayını, No:2585, İstanbul

SUNGUR, K.A., 1970, Konya – Ereğli Havzasında Volkanik Faaliyetler ve Volkanik Şekliler;   İst. Üniv. Coğ. Enst. Derg. No: 17 Syf: 103.  İstanbul

SÜR, Ö., 1971, Karapınar – Ereğli  ve Aksaray, Arasında Kalan Mıntıkalarda Üst Pliosen Kuaterner Volkanizması;        Ank. Üniv. D.T.C. Fak. Coğ. Araşt. Dergisi  3-4. Ankara

TUNÇDİLEK, N., 1987; Doğal Bölgeler - Geoekoloji'nin İlkeleri, İ.Ü.Dnz.Bil.ve Coğr. Enst. Yay. No:5, İstanbul.

YALÇINLAR,İ., 1963-64, Orta Anadolu’da Jeomorfolojik Müşahadeler, Türk Coğrafya DergisiYıl:XVIII-XIX.Sayı:22-23.Ankara

HOŞGÖREN,M.Y.,1987; Jeomorfolojinin Ana Çizgileri I; İst.Üniv.Yay. No:3132. İstanbul.

ERİNÇ, S., 1971, Jeomorfoloji Cilt II, İst.Üniv. Coğrafya Enst. Yay. No. 28.İstanbul.


Karadoğan, S., 2000, Karapınar ve Çevresindeki Farklı Jeomorfolojik Şekiller, Özellikleri ve Turizm Potansiyelleri, Karapınar Sempozyumu, 339-358, Konya/Karapınar, Ekim 2000.



* Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Coğrafya bölümü / ELAZIĞ

[1] Playa:Playa tabiri kurak ve bilhassa yarı kurak bölgelerde çok görülen muvakkat(geçici) göllerin,su birikintilerinin ve bataklıkların tabanlarını ifade için kullanılır.Bunlar, hemen hemen hiçbir arıza göstermeyen,dümdüz ova tabanları halindedir.Dağlarla veya yüksekliklerle çevrili kapalı havzaların en alçak kısımlarını işgal ederler.Playa zemini milden,kilden meydana gelip ve ekseriya tuz ihtiva eden ince unsurlu depolarla kaplıdır.

  Playalar nemli mevsimde su altında kalabilir.Fakat bu surette meydana gelen göllerin derinliği çok azdır.

(Erinç.1971)

 

11 Mart 2000 Cumartesi

 

HARPUT’UN KURULUŞ YERİ VE ŞEHİRİN FONKSİYONUNU YİTİRMESİ  ÜZERİNDE ETKİLİ OLAN DOĞAL ÇEVRE FAKTÖRLERİ

 

Prof.Dr. Saadettin TONBUL*

    Arş.Gör. Sabri KARADOĞAN*

I - GİRİŞ

Genelde olduğu gibi ülkemizde de birçok yerleşmenin kuruluşu üzerinde tarihi, sosyal ve ekonomik faktörlere  (beşeri faktörler) oranla doğal faktörler daha fazla etkili olmuştur. Yerleşmelerin sürekliliği,  zaman içerisinde  yeni bir şekil alması veya tümüyle ortadan kalkması  üzerinde de doğal faktörler büyük ölçüde belirleyici rol oynamıştır. Mekanın  temel unsuru olan doğal çevreyi  oluşturan  bu  faktörler, yapı ve relief, iklim özellikleri, toprak ve su kaynakları ile bitki örtüsünden meydana gelmektedir.

Bu çalışmada öncelikle savunma ve  korunma amaçlı olmak üzere  günümüzden yaklaşık olarak 3 bin yıl önce  Elazığ’ın  5 km.  kuzeyinde (Harita: 1) bir kale yerleşmesi (kalekent) olarak kurulmuş, zamanla  nüfusunun artması nedeniyle genişlemeye  elverişli olan kalenin dışına, batı ve kuzeybatı tarafına yayılmış, 19. yy. ortalarından itibaren ise şehirsel fonksiyonunu önemli ölçüde yitirerek günümüzde Elazığ’ın bir mahallesi durumunu almış  Harput’un bu değişim süreci üzerinde etkili olmuş  coğrafi çevre faktörlerinden yalnızca doğal çevre özellikleri veya faktörleri değerlendirilmiştir.

II- HARPUT’UN KURULUŞ YERİ

Harput’un önce bir kalekent olarak  kurulması, sonra gelişerek kale dışında bir şehir yerleşmesi   şekline  dönüşmesi  üzerinde sit ve situasyonunun sağladığı avantajlar  önemli rol oynamıştır. Tarihi yolların güzergahı üzerinde yer alması nedeniyle bu yolları kontrol altında tutabilecek ve özellikle çevresindeki son derece elverişli tarım alanlarına hakim bir konumda bulunması, savunma ve korunmaya elverişli bir hudut şehri özelliği göstermesi bu avantajlarının başında gelir.

 

Harita:1. Lokasyon haritası

Gerçekten, tarihi yolların geçtiği, dolayısiyle ulaşımın yoğunluk kazandığı bir mevkiide kurulmuş bulunması Harput’un önemli bir özelliğidir. Farklı güzergahları izlese de  bu  yolların ana rotası Harput’tan geçecek biçimde  Mezopotamya’yı Karadeniz’e bağlama şeklindeydi (Darkot, 1943, , s.8 ve  Sarıbeyoğlu 1951, s. 73-74). Belirtilen yol güzergahı Harput’a, sadece çeşitli ticaret kervanlarının uğraması veya konaklamasını   değil, aynı zamanda buranın bir ticaret merkezi olarak  gelişmesini sağlamıştır (Akkan, 1972, s.193) . Diğer taraftan Harput savunma ağırlıklı  bir yerleşmedir.  Sergün’ün (1975, s.98)  de belirttiği gibi Harput  güneyden Elazığ Ovası, Uluova ve Hazar Gölü çevresini, batıdan ise Hankendi  ve  Baskil ovaları  ile Kuzova ve Aşvan ovası gibi son derece elverişli tarım sahalarına, bu oluklardan geçen yollara hakim ve buraları kontrol edebilecek  bir mevkiide kurulmuştur. Öyle ki, kuzeyindeki  Buzluk Dağı civarından, bugün büyük ölçüde Keban Baraj gölü  tarafından kaplanmış olan  Pertek- Keban Oluğu ve daha kuzeydeki Tunceli dağlık   arazisini  bile  kontrol altında  tutmak mümkün olmuştur. Bu durum üzerinde, Harput’un  bir plato yüzeyinde,  yani çevresine  göre  yüksekte  kurulmuş olması ve  çevresinin savunma amacına uygun doğal  vadiler (doğudan   ve kuzeyden Murat Nehri  vadisi), engebeli  bir topoğrafya ve  sarp yamaçlarla   çevrili bulunması  etkili olmuştur. Bu nedenle, Harput’a bu savunma avantajını kazandırmış bulunan yerşekli özellikleri üzerinde aşağıda daha ayrıntılı olarak durulacaktır.

 Geniş bir perspektiften bakıldığında  Harput’ un   kuruluş yerinin, aynı adla bilinen ve başta Elazığ ovası ile Uluova olmak üzere çevresindeki depresyonlara hakim bulunan   platonun güney kenarına karşılık geldiği görülür ( Harita: 2 , Şekil: 1 ve 2, Foto : 1 ve 4 ). Kuzeyde Keban Baraj Gölü’ne  güneyde ise Elazığ ovası ve Uluova’ya bakan kuzey ve güney yamaçları  birer fay dikliğine  karşılık gelen ve  D-B  yönünde  uzanan  bu  platoyu  Akkan (1972, s. 178 ),  yükselmeye maruz kalmış ve yükselirken çarpılarak güneye doğru eğimlenmiş  bir yontukdüz ( peneplen )  olarak tanımlamıştır. Tonbul (1987) da, belirtilen yönlere ilave olarak, batıdan Kuzova doğudan ise Murat  nehrinin açtığı bir yarma vadi ile sınırlandırılmış olan  Harput Platosunu  dalgalı yüksek bir aşınım düzlüğü  olarak belirtmiş ve neotektonik dönem öncesi,   Alt - Orta  Miyosen  sonlarında  Doğu Anadolu’da  yaygın bir şekilde gelişmiş olan düzlük sistemlerine  ( DI Sistemleri )   dahil etmiştir. Plato Üst  Miyosen ve Pliyosen’de  meydana gelen faylanmalar ile  yer  yer yükselmiş ve aşındırılarak alçaltılmıştır.

 Platoyu  oluşturan aşınım düzlüğünün  yapısını  temelde  Senoniyen  yaşlı  Yüksekova   Karmaşığı’na  ait  volkanik kayaçlar  meydana getirir. Karmaşığın  litolojik  bileşimi  Harput şehrinin de yer aldığı  platonun güneyinde  bazalt ve andezitlerden oluştuğu halde, kuzeyde   diyorit ve diyabazlar  ön plana çıkar . Belirtilen kayaçlar topluluğunun oluşturduğu karmaşık  alanda   allokton konumlu olup, bu karmaşık üzerinde sahaya taşınarak gelmiş, dolayısiyle paraallokton bir konum kazanmış bulunan Harami   formasyonuna ait  kayaçlar yer alır (İnceöz, 1994 ). Bu kayaçlar, sert ve aşınmaya karşı dayanıklı olmaları  nedeni ile topoğrafyada belirgin   çıkıntı ve diklikler oluşturur. Tabanı  yer yer yüzeylenen kırmızı renkli konglomera ve kumtaşlarından oluşmakla beraber, üste doğru sarımsı bej renkli kumlu kireçtaşı ve kristalize kireçtaşlarından meydana gelen topluluk  Harami Formasyonunun asıl litolojisini meydana getirir.

 

 

Harita:2. Harput ve yakın çevresinin topoğrafya haritası

 

Harami formasyonunu oluşturan  kristalize masif kireçtaşları platonun kuzeyinde en yüksek noktaları  ( Örneğin Buzluk T. 1653 m.)   meydana getirirken,  güney kenarında aşınımdan arda kalmış birbirinden  bağımsız bloklar halinde dikkati çekmektedir. Harput Kalesi, bir ölçüde Harput  şehri de yüzeyinde yer yer küçük ölçekli karstik şekilleri barındıran bu kalker blokları üzerine kurulmuş durumdadır. Platonun orta kesimlerini ise, bazı yerlerede  kristalize kireçtaşları,  bazı yerlerdeyse doğrudan volkanik kayaçlar üzerine  uyumsuz bir şekilde  gelen  Orta-Üst Eosen  yaşlı   Kırkgeçit Formasyonuna ait birimler doldurmuştur. Formasyonun plato üzerinde  görülen  hakim litolojisini, Fatih Ahmet Türbesi civarında  karekteristik olarak  dikkati çeken konglomera ve masif kumtaşları  oluşturmakta, platonun  kenar  kesimlerinde ise     kumtaşı, çamurtaşı  ve   marnlar meydana getirmektedir (Harita: 3).

Harput platosu yükselerek güneye doğru çarpılmış olması nedeniyle  güneyden kuzeye  doğru yükselti kazanır (Foto : 3). Harput’un kurulu olduğu yerde yükselti 1400-1450 metreler arasında bulunduğu halde,  kuzeyde  1650 m.lere kadar çıkar. Belirgin bir fay dikliğine (yamacına) karşılık gelmesi nedeniyle Elazığ ovası ile plato yüzeyi arasındaki güney yamaç boyunca oldukça  dik bir eğim (% 40’dan fazla) görülür. Bu yamaç  boyunca iki birim arasındaki yükselti farkı 300-400 m.yi bulur. Uluova’nın  tabanı esas alındığında Harput platosunun buraya göre olan  bağıl yükselti farkı  ise 500-600 metre civarındadır. Platonun güneye doğru çarpılmış olması, plato yüzeyi içine gömülmüş genellikle      mevsimlik karakterdeki akarsuların bu tarafa doğru yönelmeleri ve  platonun güney kesimini belirgin bir biçimde parçalamalarına neden olmuştur.

İşte, dar bir çerçeve  içinde değerlendirildiğinde tarihi  Harput şehri, daha çok mevsimlik karakterdeki akarsuların  yerleşmiş bulunduğu kertik vadiler arasında kalan ve  başta Elazığ Ovası olmak üzere çevresinde bulunan alçak alanlara  hakim sırtlardan biri üzerindeki düzlüğe kurulmuştur. Bu düzlük batıdan Çahpur ve Kaserciler, doğudan Mezbahane ve Sal derelerinin  oluşturmuş bulundukları  vadilerle sınırlandırılmıştır. Kalker blokların meydana getirdiği 30 -40  m.lik dikliklerle güneyden  Aslan T. ve Tilkilik T. sırtlarına inilmektedir.  Belirtilen düzlükten  kuzeydeki  asıl plato yüzeyine  geçiş ise fazla belirgin olmayan bir basamakla gerçekleşmektedir (Harita: 2 ve 4 ).

 

Harita:3. Harput ve yakın çevresinin Jeoloji haritası

 

Harput şehrinin kurulmuş olduğu bu düzlüğün güneydoğuya doğru yapmış olduğu çıkıntı üzerinde ise kale yer alır. Kale batıda Sal deresi doğuda ise Mezbahane deresinin açtığı vadiler arasında üç tarafı derin uçurumlarla çevrilmiş küçük bir  sırt durumundadır. Sırtın yapısını  oldukça sarp kristalize kalkerler (bir kalker bloğu)  oluşturduğundan bu yapı  belirtilen  üç cephede doğal sur görevini görmüştür. Sadece kuzeye bakan  tarafta yaklaşık 100 m. civarındaki doğal olmayan yüksek  duvarlar yer almaktadır.  Sunguroğlu eserinde (1958, s.260 ), kalenin doğu, batı ve güney kesiminde vadi tabanı ile olan yükseklik farkını  200- 300 m. olarak vermekteyse de bu değerler biraz abartılıdır. Kaleyi oluşturan ve  çevreleyen bu kalker blok, yanyana bulunan batıdaki Büyükkayabaşı ve Küçükkayabaşı, güneydeki Tilkilik T. ve doğudaki  Silsilekayayı oluşturan  yapıyla aynı olmasına karşılık, yerleşme,  savunma ve korunma için en elverişlisi  olduğu için seçilmiştir (Foto : 2 ve 3).

III. HARPUT ŞEHİRİNİN FONKSİYONUNU YİTİRMESİ VE BU OLAY ÜZERİNDE ETKİLİ  OLAN DOĞAL ÇEVRE FAKTÖRLERİ        

Çeşitli  büyüklükteki  bazı yerleşmelerin, özellikle de şehirlerin zaman  kesiti içerisinde  farklı nedenlere veya faktörlere bağlı olarak  önemini veya  fonksiyonunu yitirdiği, buna  bağlı olarak tamamen ortadan kalktıkları ve harabeleri kaldığı  gibi, daha  çok görülmüş şekliyle  yer değiştirdikleri bir gerçektir. Başka bir  ifadeyle, şehirlerden bazıları  kurulduğu yerde  bugüne kadar yaşama imkanı bulduğu halde,  bazıları da kuruldukları ve uzun süre yaşadıkları ilk sitlerini  çeşitli nedenlerle terkederek başka bir yerde yaşantılarını sürdürmeye  devam etmişlerdir. Şehirlerdeki  bu yer değiştirme olayları tarihin eski devirlerinden beri şehir yerleşmesine sahne olan ülkemizde  çok eski dönemlerde olduğu gibi yakın zamanlarda da görülmekte, hatta günümüzde bile meydana gelmektedir. Şehirlerimizde (kentlerimizde) görülen  bu yer değiştirme  olaylarının bazıları  sosyo-ekonomik, bazıları ise doğal nedenlere bağlıdır (Tuncel , 1977 ve 1981).

Tuncel  konuyla ilgili  olarak kaleme aldığı makalelerinden  ilkinde (1977) Elazığ’a da değinmekte  ve tarihi  Harput şehrinin yer değiştirmesini  ekonomik faktörler  başlığı  içinde açıkladığı ulaşım nedenine bağlamaktadır. Ona göre, 19. yy. ortalarından itibaren değişen  şartlar, Harput’u ana yollara göre sapa bir duruma düşürmüş ve şehir  önemini yitirmeye başlamıştır. Tuncel  bu görüşünü desteklemek amacıyla eserinde, Harput üzerine orijinal bilgilere sahip olan Akkan’dan (1972, s.194 )  yaptığı bir alıntıya yer  vermektedir;  “1834 yılında Eyalet valisi olarak . buraya tayin edilen  Reşit Mehmet Paşa ulaşım güçlüğü ve ova ile Harput arasındaki yolun bilhassa kış aylarında çok güçlükle aşılması ve   yakacak temini  güçlüğünü  dikkate  alarak eyalet merkezini  Agavat mezrasına  indirdi”. Başlangıçta bir askeri garnizon ve  memur kolonisi olarak kurulan  Elazığ, sonradan yerli halkın da buraya inmesiyle gittikçe nüfuslanmaya,  Harput ise bunun aksine nüfus kaybetmeye başlamıştır (Tuncel, 1977, s.122-123) .  Diğer taraftan, Sarıbeyoğlu (1951, s.83),  Erinç ( 1957, s.118) ve Yücel (1987, s.134) gibi araştırıcılar da şehrin yer değiştirme nedenlerinden biri olarak ana yolların sapasında kalması ve ulaşım güçlüğünü, buna  da bağlı  olarak  yakacak ve  gıda maddeleri  sevkiyatının kış aylarında  zorlaşmasını göstermektedirler.

 

Harita :4 Harput ve yakın çevresinin Jeomorfoloji Haritası

 

Kuşkusuz Harput’un fonksiyonunu yitirmesi ve şehrin yer değiştirmesi üzerinde  sosyo-ekonomik faktörler önemli rol oynamıştır. Bunların başında ekonomik faktörler ve buna büyük ölçüde neden olan ulaşım durumu gelir. Ulaşım koşullarının bu olumsuzluğu  beraberinde askeri ve idari değişiklikleri de getirmiştir. Nitekim, yukarıda da belirtildiği gibi, 1834’ de Eyalet valisi Reşit Mehmet Paşa’nın eyalet merkezini Agavat mezrasına   indirmesi, böylece Elazığ’ın başlangıçta bir askeri garnizon ve memur  kolonisi olarak kurulmaya başlaması bu durumun bir  sonucudur.

Bütün bunlarla birlikte, ülkemizde yer değiştirmiş şehirlerin pek çoğunda ön plana çıkmış bulunan doğal faktörlerin, en az sosyal ve ekonomik faktörler kadar Harput’un fonksiyonunu yitirmesi üzerinde rol oynadığını belirtmek gerekir. Dolayısiyle, aşağıdaki satırlarda,  Sarıbeyoğlu  (1951), Erinç (1957) ve Yücel (1987) gibi  araştırıcıların  da ulaşım faktörü yanısıra Harput’un fonksiyonunu yitirmesi üzerinde etkisini vurguladıkları  doğal faktörler üzerinde  durulacaktır. Fakat hemen burada, yukarıda önemi belirtilen ulaşım güçlüğünün de dolaylı olarak topoğrafik faktörlerin,  dolayısıyla  doğal faktörlerin bir sonucu olduğunu vurgulamak gerekir.

Harput’un şehirsel fonksiyonunu yitirmesi üzerinde önemli rol oynamış bu doğal faktörler  aşağıda dört başlık altında incelenecektir.

 

3.1. Topoğrafik Faktörler (Yerşekillerinin Etkisi)

Diğer doğal çevre faktörlerine de yansıması nedeniyle Harput’un şehirsel fonksiyonunu yitirmesi üzerinde etkili olmuş en önemli faktördür.

Tarihin ilk dönemlerindeki birçok yerleşme gibi Harput da ilk olarak savaş, istila ve karışıklıkların etkili olduğu bu dönemlerde korunma ve savunma amacıyla üç tarafı yalçın kayalıklarla çevrili bir sırt üzerinde kale yerleşmesi olarak kurulmuştur. Bu sırtı büyük bir kalker bloğundan oluşan doğal bir kale olarak da  tarif etmek mümkündür.  Urartu döneminde bir kalekent olarak özgün yapı tarzıyla ortaya çıkmış olan bu kale (Tunçdilek, 1986, s.103-104), bölgenin en müstahkem kalelerinden biri olmuş ve önce de belirtildiği gibi uzunca bir süre korunmanın yanısıra ticaret merkezi olarak görevini yürütmüştür.

Fakat, özellikle Türklerin bölgeye hakim olmasından sonra (Ardıçoğlu, 1964, s.34-35) korunma endişesinin ortadan kalkması ve nüfusunun artmasıyla Harput şehri, doğrudan eteğindeki ovaya inmemiş, Sal Deresinin bir yan koluyla buradan ayrılan ve üzerinde geniş bir düzlüğe yer veren, dolayısıyla genişlemeye elverişli bulunan batı ve kuzeybatısındaki çok daha geniş alanlı bir diğer sırt üzerine doğru yayılmıştır. Harput’un aslında şehir olarak ortaya çıkması ve kale etrafında genişlemesi bu dönemle birlikte belirtilen sırt üzerinde yayılması ile olmuştur. 19. yy.  ortalarından itibaren fonksiyonun yitirmesi ve ovaya inmesinin bir zorunluluk halini almasına kadar olan dönemde şehir bu düzlük üzerindeki yaşantısını sürdürmüştür.

İşte, Harput’un belirtilen tarihten itibaren fonksiyonunu yitirmesi ve ovaya inmesinde, bu düzlük üzerine yayılmış şehrin daha fazla genişleyememesi veya şehircilik açısından alanının darlığı, kısacası topoğrafik faktörler önemli rol oynamıştır. Bir diğer ifadeyle şehrin genişlemesi veya büyümesini topoğrafik faktörler engellemiştir. Gerçekten, topoğrafik faktörlerden olan şehrin kurulduğu alanın  eğim koşulları, yarılmışlık ve parçalanmışlık derecesi şehrin gelişimi ve büyümesini etkilemiştir. Şöyle ki, daha önce de belirtildiği gibi, şehrin kurulduğu yer, Harput Platosunun oldukça derin ve sık bir şekilde yarılmış olduğu güney kenarına ve buradaki sırtlardan biri üzerindeki düzlüğe karşılık  gelir. Bu düzlüğü batıdan Çahpur, doğudan ise Mezbahane dereleri ve bunların yan kollarının oluşturduğu vadiler sınırlandırır. İşte bu vadilerin derinliği ve yamaç eğimleri bir yerleşme için oldukça fazladır. Örneğin Çahpur Deresinin yerleştiği vadinin derinliği 150-200 metreyi, diğer kesimlerdeki gibi bir kalker kornişe karşılık gelmemesine karşılık yamaç eğimi ise % 40’ı bulmaktadır. Ayrıca, Çahpur deresinin doğu kolu olan Kaserciler deresi  geriye doğru yaptığı aşınımla düzlüğün daha da fazla daralması ve parçalanmasına yol açmıştır (Harita: 4).

Harput’un yerleştiği düzlüğü güneyden ise çok daha eğimli yamaçlar çevrelemektedir. Buradaki yamacın üst bölümleri, yüksekliği 30-40 metreyi bulan ve kalkerlerden oluşan bir kornişe karşılık gelir. Balakgazi Parkı’nın üzerine kurulduğu batıdaki Büyükkabaşı’nın güney ve batı, üzerinde devlet konutlarının yer aldığı Küçükkayabaşı’nın ise güney ve doğu kenarları bu kornişe karşılık gelir. Yamaç boyunca görülen fazla eğim, kalker kornişin altında birer omuz düzlüğü durumundaki Aslan T. ve Tilkilik T. nin çevrelerinde de devam etmektedir. Kalker kornişin  ortaya çıkmasına da neden olmuş bulunan faylanma, sırt düzlüğünün ve bu sırtın bağlandığı platonun bütün güney yamaçları boyunca aşırı bir dikliğin belirmesine yol açmıştır. Bu günlerde genişletme çalışmaları sürmekte olan Elazığ’ı Harput’a bağlayan karayolunun yapmış olduğu ve bir türlü kaldırılamayan çok keskin viraj, bu yamaç eğiminin ne kadar fazla olduğu üzerine sanırız yeterince bilgi vermektedir. 

Şehrin gelişmesine en elverişli alan sırtın arka tarafları, asıl plato yüzeyine geçilen kuzey kesimleridir. Fakat, burada da Meteris T. ve Toptop T. nin oluşturduğu bir basamağın varlığı ve bu tepeler üzerindeki düzlüklerin de çok eskiden beri mezarlık olarak kullanılmaları (Harita: 5 ve 6),  ayrıca bu kesimin çevreye olan bakış açısının darlığı, şehrin bu tarafa doğru olan genişlemesini de sınırlandırmıştır. Böylece, o dönemde Harput şehrinin yerleştiği düzlüğün kuzey-güney yönündeki boyu 2500 m., doğu-batı yönündeki eni ise maksimum 1500 m. yi buluyordu (Akkan, 1972, s.193). Dolayısiyle, Harput’un kurulduğu sahanın eğim koşulları, parçalanmışlık ve yarılma derecesinin fazlalığı, buna bağlı olarak alanı ancak  4 km2 . yi bulan bir eğimli düzlük içine adeta hapsedilmiş bulunması, şehrin ovaya inmesini zorlayan en önemli faktör olmuştur. Çünkü, bu tür topoğrafik olumsuzluklar günümüzde bile şehirlerin büyümesi veya genişlemesini engelleyen en önemli faktörlerden biridir.

3.2. Su ve Toprak Kaynaklarının Yetersizliği

Harput’un doğal çevre faktörleri açısından ikinci dezavantajını yukardan seyrettiği güney kenarındaki Elazığ Ovasına oranla son derece fakir su ve toprak kaynaklarına sahip bulunması oluşturur. Bu durum yerleşim alanlarının seçiminde ovaların aşınım yüzeyleri ve platolara göre genelde daha elverişli bir durum göstermesiyle açıklanmaktadır. Ülkemizde, özellikle de Doğu Anadolu bölgesinde şehirlerin daha çok ova tabanlarında kurulu bulunması belirtilen durumun bir sonucudur. Bununla birlikte, Harput’un kurulmuş olduğu plato, benzeri yerşekillerine oranla da şehir yerleşmesi açısından daha fazla olumsuzluklar taşımaktadır.

Su kaynakları ele alındığında Harput platosunun gerek yerüstü, gerekse yeraltı kaynakları açısından zengin olmadığı görülür. Plato hemen hemen sürekli akarsulardan yoksun olduğu gibi, mevcut mevsimlik akarsular da genelde plato yüzeyi içine derin bir şekilde gömülmüşlerdir. Sadece Mezbahane deresi Dabakhaneden civarından itibaren cılız bir akış göstermekte, bununla birlikte bazı yıllar yaz mevsiminde kurumaktadır. Dolayısiyle, bu durum  Harput çevresinde akarsulardan faydalanma imkanını ortadan kaldırmaktadır.

Yerüstü sularını da bir ölçüde ilgilendirmekle birlikte,  asıl olarak yeraltı sularının zengin olmaması üzerinde morfolojik durumdan  (plato sahasına karşılık gelmesi) çok, arazinin litolojik yapısının ön plâna çıktığı görülür. Litolojisinin daha çok geçirimli ve eriyebilen kayaçlardan (kumtaşı ve kalker) meydana gelmiş bulunması nedeniyle yüzeye düşen yağış suları büyük ölçüde zemine sızmakta ve çevredeki yamaçların etekleri boyunca kaynaklar şeklinde ortaya çıkmaktadır. Plato yüzeyinin belli başlı kaynaklarını Fatih Ahmet Baba Türbesi, Dabakhane ve Göllübağ çevresinde çıkan ve yazın zaman zaman kuruyan kaynaklar oluşturur. Buna karşılık, yöredeki asıl önemli kaynaklar ise çevrede yer alan, platodan beslenerek  hem kontakt yüzeyleri  hem de faylanmaya bağlı olarak hatlar boyunca ortaya çıkan kaynaklardır. Dolayısiyle bunlar tabaka ve fay kaynağı durumunda olup platonun kuzey ve güney yamaçlarının  etek kesimleri boyunca yoğunlaşmaktadırlar. Harput'un yararlanamadığı bu önemli kaynaklar arasında Sugözü, Yedigöze ve Buzluk bahçelerini sulayan kaynaklar başta gelmektedir.

Bütün bunlarla birlikte, Harput'un geçmiş dönemlerdeki çalışkan insanları bütün bu kıt su kaynaklarından azami derecede  yararlanmak için büyük çaba göstermişlerdir. Harput'da var olduğu belirtilen, ancak günümüze kadar sınırlı sayıda ayakta kalabilmi˛ bulunan 55 civarındaki (37'si şehir içinde 18'i kenar ve civarlarda) çeşme (Sunguroğlu, 1958, s.376) bu çabanın bir sonucudur. Yaptığımız incelemeler, gör¸˛tüğümüz yaşlı Harputlular ve Sungurolu’na (1968, s.154 -155) göre, bu çeşmelerin çoğunun suyu şehrin 4-5 km. kuzeydoğusundaki Kırkkuyu denen mevkiden getirilmiştir. Adeta birer su deposu olan burdaku kalker bloklardan Buzluk kayalıklarıyla temeli oluşturan ve ayrıştığında killi materyal veren kayaçlar arasındaki kontakt yüzey boyunca sızan sular, çok sayıda kuyu açılıp  ve muhtemelen kehriz sistemiyle toplanıp kanallara verilmek suretiyle Harput’a ulaştırılmıştır. Günümüzde halen suları akmakta olan Meydan, Akyol, Orra ve Kırkkuyu çeşmelerinin buradan Harput’a doğru ardarda sıralanmış olması bu su sistemini varlığını ortaya koymaktadır (Harit: 2).

Su kaynaklarıyla ilgisi nedeniyle son olarak burada belirtilmesi gereken nokta, Harput’ta günümüzde bile açılmış bulunan kuyuların çoğunun acı olmasıdır. Ayrıca bazı çeşme veya pınarların isminin de “Acı çeşme, Acı Pınar vs.” olarak geçmesi ilginçtir. Bu durum, bazı yerlerde zemini oluşturan Kırkgeçit Formasyonuna ait birimlerin jipsli katmanlar içermesiyle ilgili görünmektedir.

Yukarıda su kaynaklarının yetersizliği şeklinde yaptığımız değerlendirme Harput ve çevresinin toprak kaynakları için daha fazla geçerlidir. Eski bir yerleşme alanı olmasına bağlı olarak çevresindeki meşe-ardıç ormanlarının büyük ölçüde tahrip edilmiş bulunması, eğim fazlalığı ve litolojik özellikler sahada şiddetle bir erozyonun hüküm sürmesine ve çıplak kayalıkların önemli bir alan kaplamasına yol açmıştır (Harita: 5 ). Çıplak kayalıklar dışındaki kesimlerde platonun yaygın topraklarını kalkersiz kahverengi topraklar oluşturmasına karşılık, bu topraklar da  özellikle erozyon nedeniyle büyük ölçüde degredasyona uğramış durumdadır. Diğer taraftan, belirtilen faktörlerin yanısıra, ayrıca yükseltinin çevredeki ova tabanlarına göre fazla oluşu ve güneyden kuzeye doğru  giderek artması  da Harput Platosuna, tarımsal alan varlığı oldukça sınırlı, bozulmuş otlakların yaygın olarak görüldüğü bir özellik kazandırmıştır.  Nitekim, arazi kabiliyet sınıfı olarak büyük bir kesimi VII. sınıf arazilere karşılık gelmesi nedeniyle Harput Platosu son yıllarda yoğun bir şekilde ağaçlandırma çalışmalarına sahne olmuştur. Harput çevresinde sınırlı ölçüde, özellikle kuzeydoğu kesimindeki Göllübağ çevresinde görülen tarım ise, kuru tarımın yanısıra daha çok bağ-bahçe tarımı şeklindedir. Burada belirtmek gerekir ki, Harput  çevresi kıt su kaynakları ile oluşturulmuş bağ ve bahçeleri ile ünlüdür. Göllübağ, Buzluk (Ozan) Bağları, Cumabağları, Obuz Bağları, Mürüdü Bahçeleri ve Gökçe Bağlar bunlar arasında sayılabilir.

 

     


Harita : 5. Harput ve Yakın Çevresinin Arazi Kullanımı Haritası (1998)

 

3.3. İklim Faktörü

Harput’un iklim koşulları açısından Elazığ’a göre bazı avantajlar taşımasına karşılık, genel olarak daha elverişsiz özellikler gösterdiği bir gerçektir. Bu iki yerleşim birimi arasındaki iklim koşullarının veya elemanlarının karşılaştırmasını tam yapabilmek , dolayısiyle olumlu veya olumsuz koşullarını net olarak verebilmek için Harput istasyonunun çalışma süresi ( 1992-1997) yeterli değildir. Dolayısıyle, tamamen rakamsal verilere dayalı bir değerlendirme yapma yoluna gidilmemiş, bir fikir vermesi açısından bazı rasat değerleri kullanılmıştır. Fakat burada, 1900’ lü yılların başında ülkemizde meteorolojik rasat yapan istasyon sayısı birkaç taneyi geçmezken ve o dönemde bunlardan birini Harput oluştururken (Darkot, 1943, s.264-265), aradan 80-90 yıl geçtikten sonra bu işe yeniden ancak başlanmış olması, adeta Harput’un terkedilmişliğini ortaya koyan bir diğer ilginç veridir.

Bununla birlikte, bu iki yerleşim birimi arasındaki iklim elemanları genel bir değerlendirmeye tabi tutulduğunda, kış mevsiminde Harput’un Elazığ’a göre belirgin olarak daha elverişsiz koşullar taşıdığını ifade edebiliriz. Bu durumu özellikle kar yağışlı, karla örtülü ve donlu günler sayısının fazlalığı, kış aylarına ait daha düşük sıcaklık değerlerine bakarak anlamak mümkündür (Örneğin ortalama karla örtülü gün sayısı Elazığ’da 31.8 iken, Harput için bu değer 62.5 gündür). Harput’un kış mevsimindeki tek avantajı, ovada bu mevsimde sık sık gerçekleşen terselme olayına bağlı olarak, Elazığ’a göre daha az sisli günler sayısına sahip bulunmasıdır (Harput’ta ortalama 4.1, Elazığ’da ise 12.3 gün). Kuşkusuz bütün bu özellikler Harput’un daha yüksekte yer alması ve bir plato sahasına karşılık gelmesi nedeniyle, çevresinin açık ve korunmasız olmasıyla yakından ilgilidir. Özellikle hakim rüzgar yönünün de NW olmasına bağlı olarak, bu mevsimde Harput, Munzur Dağlarından gelen  soğuk kuzey rüzgarlarından  etkilenmekte, dolayısıyle iklimi Elazığ’a oranla daha sert geçmektedir. Bütün bu özellikler Harput’da günümüzde bile ulaşım ve yaşam güçlüklerinin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Yaz mevsiminde ise, Harput Elazığ’a göre daha elverişli iklim koşullarına sahip bulunmakta ve bir sayfiye yeri özelliği göstermektedir. Bu mevsimde ovanın sıcağından kaçan insanlar için Harput rahat edilebilecek ortam koşulları sunmaktadır. Serin esen rüzgarı, Elazığ’a göre 2-3 °C daha düşük olan sıcaklık değerleri (Haziran, Temmuz ve Ağustos ayı sıcaklıkları Elazığ’da 22.8, 27.2, 26.8 iken Harput’ta 19.5, 24.2 ve 24.4 °C dir) bu ortamı oluşturmaktadır.

3.4. Doğal Olaylar

Şehirin ovaya inmesi üzerinde aslında doğal olaylar çok fazla etkili olmamıştır. Fakat, Harput’un geçmişinde yaşanmış  bir olay, şehrin bazı kesimlerinin bu açıdan taşıdığı potansiyel tehlikeyi yansıtması bakımından önem taşımaktadır.  Şöyle ki, Sunguroğlu’nun (1958, s.261) kaynak bildirmeden ve can kaybı ile ilgili rakam vermeden belirttiğine göre, 29 Haziran 1898 Cumartesi günü kaleden kopan büyük bir kaya kütlesi, kalenin arkasındaki (güney yamaçtaki) Sinabut mahallesine düşmüş, mahallenin ortasına karşılık gelen bütün evleri ve içlerindeki sakinleri ezmiş, böylece önemli oranda can ve mal kaybına sebep olmuştur. Harput’un eski yerleşim planına bakıldığında, 20 civarında olan şehrin eski mahallelerinden bir kısmının (Sinabut, Norsis, Şehroz mahalleleri gibi) oldukça dik yamaçlarda kurulmuş olduğu görülür (Harita: 6). Bunlardan bazıları özellikle kaya düşmeleri için potansiyel tehlikeler içermekteydi. Dolayısiyle, Harput’un bazı mahalleleri şehircilik yönüyle bu bakımdan da  olumsuz şartlar taşımaktaydı.

 

Harita 6. Harput’un Eski Yerleşim Planı, Tarihi Yapıları ve Mahalleleri

 

IV-SONUÇ VE ÖNERİLER

Harput günümüzde yaklaşık 3 bin yıl önce Elazığ’ın 5 km. kuzeyinde bir  kale yerleşmesi  (kalekent) olarak kurulmuş, sonradan nüfusunun  artması  ile genişlemeye  elverişli olan kalenin batı ve kuzeybatı tarafında yayılmış, 19. yy.  ortalarından itibaren ise şehirsel fonksiyonunu önemli ölçüde yitirerek günümüzde Elazığ’ın mahallesi durumunu almış bir yerleşim birimidir.

 Geniş bir çerçeveden bakıldığında Harput’un kuruluş yeri kuzeyden güneye doğru alçalan, hafif eğimli ve eski  aşınım yüzeyi durumundaki bir platonun güney kenarına karşılık gelir. Elazığ ovasından belirgin  bir fay dikliği  (eğimi  % 40’dan fazla)  ile ayrılan  Harput platosunun ovaya bakan bu kenarları güneye doğru yönelen vadilerle parçalanmıştır. Dar bir çerçeve içinde   değerlendirildiğinde  ise Harput, işte bu vadiler arasında kalan ve başta Elazığ Ovası olmak üzere  çevresine  hakim sırtlardaın biri  üzerindeki düzlüğe kurulmuştur. Bu düzlüğün deniz seviyesinden yüksekliği 1400- 1450m, Elazığ’a göre olan nisbi yükselti farkı ise 350- 400 m dir. Sırtın yapısını temelde Senonien yaşlı volkanik kayaçlar ile bunlar üzerine  gelen Meastrichtien yaşlı masif kalkerler meydana  getirir.  Kalkerler, üzerinde  kalenin de kurulmasına  imkan sağlanmış olan oldukça sarp ve birbirinden bağımsız kaya blokları  halinde görülmektedir.

Daha  yüksekte yeralması ve etrafı açık bir plato sahasına  karşılık gelmesi nedeniyle , Harput çevresinin Elazığ ovasına  göre  genelde  daha elverişsiz iklim koşullarına  sahip olduğu söylenebilir. Kar yağışı ve karın yerde kalma  süresinin daha fazla olması, soğuk kuzey rüzgarlarından etkilenmesi nedeniyle kışlar daha sert geçer. Yazın ise serin esen rüzgarlı havası nedeniyle  ovanın sıcağından  kaçanlar  için burası adeta bir sayfiye yeri özelliği  göstermektedir.

Harput ve çevresi morfolojik  özelliği ve litolojik yapısının daha çok geçirimli ve eriyebilen kayaçlardan meydana gelmiş  bulunması nedeniyle su kaynakları  bakımından fakirdir. Eski bir yerleşim alanı olması dolayısıyla  çevresinin asli vejetasyonu olan meşe - ardıç ormanları  büyük ölçüde tahrip edilmiş durumdadır. Yapılan ağaçlandırma  çalışmaları da  henüz sonuç vermemiş olması nedeniyle  günümüzde çevreye  genelde step manzarası hakimdir. Erozyonun şiddetli  bir şekilde  sürdüğü sahada   anakaya pek çok kesimde yüzeyde görülmekte  olup, kalkeksiz kahverengi topraklarda oluşan topraklar da büyük ölçüde degradasyona uğramış durumdadır. Bu özellik, Harput platosuna tarımsal alan varlığı oldukça sınırlı, bozulmuş otlakların yaygın olduğu bir karakter kazandırmıştır. Mevcut tarım alanları ise, hemen bütünüyle bağ- bahçe tarımına ayrılmış durumdadır.

 İşte Harput’un zaman  içerisinde  fonksiyonunu yitirerek önemini  Elazığ’a bırakması , kısacası  şehrin ovaya inmesi veya yer değiştirmesi  üzerinde , ekonomik nedenler, ana  yollardan uzak olması ve kalması,  ulaşım güçlüğü, askeri ve idari tedbirler gibi  beşeri  faktörler kadar, yukarıda  belirtmeye  çalışılan genelde olumsuz doğal faktörler de etkili olmuştur. Bu beşeri  faktörlerin bir kısmı da zaten doğrudan veya dolaylı olarak  doğal çevre faktörleri ile ilgilidir.

Bununla birlikte, günümüzde giderek yeniden canlanmaya başlayan Harput’la ilgili tedbirler alınırken, yapılaşmaya ancak sit alanı dışında izin verilmeli, tarihi ve doğal doku korunarak rekreasyonel amaçlı düzenlemelere gidilmeli, restorasyon ve kazı çalışmalarına biran önce başlanmalı, ağaçlandırma alanları korunmalı ve daha yoğun bir ağaçlandırma kampanyası başlatılmalı, şehrin içinde ve çevresinde günümüzde pek çoğu kurumuş olan çeşmeler akar hale getirilmeli, bunun için ise su kanallarının tamir edilmesi yoluna gidilmelidir.  

  

BİBLİYOGRAFYA

AKKAN, E., 1972, “Elazığ ve Keban Barajı  Çevresinde Coğrafya Araştırmaları”,  A.Ü. Coğrafya Arş. Derg.Sayı: 5-6, s.175-214, Ankara.

ARDIÇOĞLU, N., 1964, Harput Tarihi. Harput Turizm Derneği, Yay. No: 1, İstanbul.

ÇİTÇİ,D.,1990,Harput Buzluk Mağarasının Jeomorfolojik Özellikleri ve Mağarada Buz Oluşumu”; F.Ü.Coğrafya.Sempozyumu. 14-15 Nisan 1986.s. 29-48, Elazığ.

DARKOT, B. , 1943, “ Türkiye’nin Coğrafi Bölgeleri  Arasında Yukarı Fırat Bölgesi “ , III.Üniv.Haftası Elazıg.,  İ.Ü.Yay.No.196, s. 1-15 İstanbul

DARKOT, B., 1949, “Harput “ Maddesi . İslam Ansiklopedisi  Cilt.5 s.296-299, İstanbul

ELİBÜYÜK , M. , 1990 , “Türkiye’nin Tarihi Coğrafyası Bakımından Önemli Bir Kayanak , Mufassal Defterler “ , AKDTYK Coğ. Bil. Uyg. Kol. Coğrafya Arş. Derg. , Cilt : 1, Sayı : 2 , s. 11-42 , Ankara.

ERİNÇ, S. , 1953,  Doğu Anadolu Coğrafyası.  İ.Ü. Coğ. Enst.Yay..No:15 İstanbul.

HAYLİ, S. , 1992, Harput’un Tarihi Coğrafyası. F.Ü.Sos.Bil. Enst. Doktora Semineri , Elazığ.

İNCEÖZ, M.,1994 , Harput (Elazıg) Yakın Kuzeyi ve Doğusunun Jeolojik Özellikleri: F.Ü. Fen Bilimleri Enst. Jeoloji Müh. Anabilim Dalı Doktora Tezi (Yayınlınmamış) 112 sf. Elazığ.

SARIBEYOĞLU, M., 1951, Aşağı Murat Bölgesinin Beşeri Coğrafyası. Doğu Anadolu Araş. İst. Yay.No. 1, Ankara.

SERGÜN, Ü., 1975 , Uluova. Beşeri Coğrafya Açısından Bir Araştırma. İ.Ü. Ed.Fak.Yay. No. 2029, Coğ.Enst.Yay.No. 82, İstanbul.

SUNGUROĞLU, İ., 1958-1968, Harput yollarında, Cilt:1-2-3-4, İstanbul

TATAR, Y., 1987, Elazığ Bölgesinin Genel Tektonik Yapıları ve Landsat Fotografları Üzerine Yapılan Baz Gözlemler:  Yerbilimleri, s.14, s.295-308.

TONBUL, S., 1985, Kuzova-Hasandağı ve Çevresinin (Elazığ Batısı) Fiziki Cografyası. F.Ü. Sos.Bil.Enst. Doktora Tezi. (Yayınlanmamış), Elazığ.

TONBUL, S., 1987, “Elazığ  Batısının Genel Jeomorfolojik Özellikleri ve Gelisimi”  Jeomorfoloji Derg. S.15, s. 37-52, Ankara.

TONBUL,S. 1989,"Elazığ Batısının Bitki Örtüsü Özellikleri" F.Ü. Sos. Bil. Derg. C.1,S.1, s. 209-224,  Elazığ.

 TONBUL,S. 1990,"Elazığ ve Çevresinin iklim Özellikleri ve Keban Barajinin Yöre iklimi Üzerine olan Etkileri” F.Ü. Coğrafya Sempozyumu 14-15 Nisan   1986, Elazığ

TUNCEL, M. , 1977. “ Türkiye’de Yer Değiştiren Şehirler  Hakkında  İlk Not” İ.Ü. Coğ. Enst.Derg.Sayı.20-21,. s.119-128, İstansul.

TUNCEL, M.,  1981. “Türkiye’de Doğal  Olaylar Sonucunda Yer Değiştiren  Kentler”,    İst. Yerbilimleri  Sayı 1- 2, s.115-124, İstanbul.

TUNÇDİLEK, N.,  1986. Türkiye’de Yerleşmelerin  Evrimi  . İ.Ü. Yay.No. 3367, Den.Bil. ve Coğ.Enst.Yay.No.4 , İstanbul.

ÜNAL , M., 1989 , XIV. y.y.da Harput Sancağı (1518-1566). AKDTYK , Türk Tarih Kurumu Yay. XIV. Dizi , Sayı. 7, Ankara.

 

 

Foto 1: Üzerinde Harput’un yer aldığı platonun (aşınım yüzeyinin) Elazığ ovasından görünüşü. Oldukça eğimli bir yamaçtan sonra çıkılan Harput’un kurulduğu bu düzlük doğudan (sağda) Mezbahane Deresi, batıdan (soldan) Çahpur deresinin vadileriyle sınırlandırılmıştır.

 

 

Foto 2: Harput ve Kalesinin daha yakından görünüşü. Solda Harput ve Tilkilik Tepe, sağda Silsilekaya, ortada kalenin oturduğu kayalıklar önde ise Ulukent (Hüseynik) mahallesi görülüyor.

 

 

Foto 3: Harput şehri (sağda) ve kalesinin (solda) üzerine yerleşmiş bulunduğu platonun (aşınım yüzeyini) güneye (Elazığ Ovası ve Uluova’ya ) doğru olan çarpılmış (eğimlenmiş) durumu görülmektedir. Ön planda ise bu yüzey üzerinde ağaçlandırma alanları dikkati çekmektedir.

 

 

Foto 4: Önde Harput olmak üzere Meteris Tepeden Elazığ ovası ve Uluova’nın görünüşü.



* F.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi, COĞRAFYA BÖLÜMÜ, Elazığ.