5 Mart 2004 Cuma

Sayısal Harita Ortamında Bir Analiz: Jeopolitik - Jeostratejik Teoriler ve Türkiye

SAYISAL HARİTA ORTAMINDA BİR ANALİZ: JEOPOLİTİK - JEOSTRATEJİK TEORİLER VE TÜRKİYE

An Analysis at Digital Map Media: Geopolitical and Geostrategical  Theories and Turkey

 

Handan ARSLAN1, Sabri KARADOĞAN2, 

1Dr., Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü, 23169 ELAZIĞ

hcaglayan@firat.edu.tr

 2Arş.Gör., Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü, 23169 ELAZIĞ

skaradogan@firat.edu.tr

ÖZET

Jeopolitik; bir ülkenin dünya üzerinde işgal ettiği konumu ve sahip olduğu askeri, siyasi ve ekonomik önemi olarak  tanımlanabilir. Jeopolitik tanımlamaların tümünde ortak olan unsurlar; devlet, coğrafya ve politikadır. Jeopolitik görüş olmadan bugün dünya üzerindeki birçok büyük sorunun açıklanması mümkün değildir. Ayrıca, güvenlik, politik, hatta planlama öncelikleriyle ilgili kararlarda, düşüncenin bir disiplinden geçmesini ve bütünlük içerisinde ele alınmasını sağlamak için jeopolitik değerlendirme gereklidir. Türkiye açısından günümüzün birçok olayına jeopolitik düzeyde ve genişlikte bakmak gerekmektedir.

Jeopolitik, günümüzde devletlerin ulusal hedeflerini gerçekleştirmeye yönelik faaliyetlerini meşrulaştırma araçlarından biri haline gelmiştir. Sonuçta kara hakimiyeti (Ratzel ve Mackinder), deniz hakimiyeti (Alfred Mahan), hava hakimiyeti (Seveksky ve Duhet), kenar kuşak (Nicholos Spykman) gibi teoriler ortaya atılmıştır. Bu teorilerin ayrıntıları bir yana, hepsi de jeopolitik konumu gereği Türkiye'yi ve içinde yer aldığı coğrafyayı yakından ilgilendirmektedir. Dünya üzerinde jeopolitik kaynaklı tehditlerle her zaman  yüz yüze olan Türkiye, ülkelerin ve jeopolitik teorilerin odak noktası olmuştur. Günümüzdeki politik, askeri ve ekonomik gelişmeler gösteriyor ki, Dünya; 21.yüzyılı da çok kutuplu hakimiyet senaryoları ve uygulamaları ile geçirecek gibi görünmektedir.

Bu çalışmada bazı jeopolitik ve jeostratejik doktrinlere göre Türkiye’nin dünya üzerindeki  konumu, sayısal ortamda ve çeşitli projeksiyonlar ışığında değerlendirilecektir.

 

GİRİŞ

Jeopolitik Nedir?

 İsveçli bir coğrafyacı olan R. Kjellen "coğrafi teşekkül veya yer içinde, ilmî olarak devletin araştırılması" olarak jeopolitiği tanımlamaktadır. Bir başka deyişle devlet varlığının tabiat kanunları ve insanların davranışları açısından araştırma ve değerlendirilmesine jeopolitik olarak ifade etmiştir. Bir ülkenin arz üzerinde işgal ettiği konum dolayısıyla sahip olduğu askerî, siyasî ve ekonomik önemi jeopolitik olarak tanımlayanlar da vardır. C.Haushofer ise jeopolitiği "coğrafî bölgenin ve tarihî gelişmelerin etkisi altında devletin üzerinde yaşadığı yer ile ilişkisi" olarak ifade etmiştir. Yine Haushofer'e göre jeopolitik; yeryüzü ilişkilerinin siyasî gelişmelerle olan bağlantısının ilmi'dir(Yeniçeri, 1995).

Strateji Nedir?

Strateji daha çok askeri bir kavram olarak bilinir. Ancak günümüz dünyasında disiplinler arası ilişkilerin yoğunluğu ve sistem anlayışı stratejiden hemen hemen her alanda yararlanma imkânını doğurmuştur. Askeri bir kavram olarak stratejiyi şöyle tanımlayabiliriz: "Düşman kuvvetlerinin niyetleri ve araçlarının bir kısmının bilindiği farzedilerek, savaşın cereyan edeceği arazinin durumunu dikkate alıp, askeri birliklerin ve araçların genel kullanım ve görev planını belirleyerek, yapılacak hareketleri ve manevraları zaman içinde düzenlemekten ibaret savaş san'atıdır". Askeri kuvvetlerin ekonomik biçimde kullanılmasından tutun da, yapılacak hareketlerin ve manevraların zaman içindeki hiyerarşisini düzenlemeye kadar her şey stratejiyle ilgilendirilmiştir.

Askeri strateji, askeri konularda hareket tarzı üretilmesi, üretilen hareket tarzları arasından seçim yapılması ve seçilen hareket tarzının uygulanmasını içerir. Politika, politik hareket tarzı üretilmesi, üretilen hareket tarzları arasından seçim yapılması ve seçilen hareket tarzının uygulanmasıyla ilgilenir ve stratejiye göre bir üst hareket tarzıdır. Jeopolitik ise, politikanın bu işlevi yerine getirebilmesi için gerekli yol ve yöntemi belirler, verileri değerlendirerek bilimsel bir zemin oluşturur. Askeri stratejistlerin jeopolitikle ilgileri politikanın, bunun doğal sonucu olarak da askeri stratejinin dünya politikasını kapsayacak kadar genişlemesinden kaynaklanır. Bir askeri stratejinin düşünce ve uygulama sınırı, her çağda, askeri birliklerin hareket yetenekleri ve o gün kullanılan silahların etkili menzillerine bağlı olmuştur (Yeniçeri, 1995).

Suat İlhan jeopolitiği; "coğrafyanın bütün türleri ve verileri ile aktifleşmesi" olarak tanımladıktan sonra sürecin, bugünkü ve gelecekteki politik güç ve politik amaç ilişkisinin coğrafi gücü esas alarak incelenmesini kapsadığını ifade etmektedir. Burada coğrafî platform üzerinde güç merkezlerini karşılaştırmalı olarak değerlendirmek esastır. Böylece politik düzeyde güç ve hedef ilişkisi kurulur. Devletlerin güvenlik, gelişme ve kalkınma politikası da bu zemin üzerine oturtulur.

Coğrafyanın bütün türleri jeopolitik üzerinde söz sahibidir. Ancak siyasi coğrafyanın özelliği ve ağırlığı bulunuyor. Gerçekte de jeopolitiği dünyaya getirenler genellikle siyasi coğrafyacılardır. Frederich Ratzel (1844-1904), H. John Mackinder (1861-1947), Rudolf Kjellen (1864-1922), Karl Haushofer (1869-1945), Nicholas J. Spykman (1893-1943)... Bu tarihlerin başı ve sonu (1844-1943) genel olarak jeopolitiğin doğuş sürecidir (İlhan, 2003).

Harold J. Mackinder genç bir coğrafyacı olarak 1887 tarihinde Britanya Kraliyet Coğrafya Derneği’nin bir toplantısında sunduğu bir tebliğde şöyle diyordu: “Coğrafya nedir? Bir coğrafya derneğine hitap ederken böyle bir soru sorulabilir. Lakin bu sorunun sorulma zamanı gelmiştir ve cevabı şimdi verilmelidir. Ben coğrafyanın başlıca işlevi toplum içindeki insan ile bölgesel olarak değişen çevresi arasındaki etkileşimi inceleyen bir bilim dalıdır diye tanımlanmasını teklif ediyorum… Etkileşim incelenmeden önce etkileşim halinde olan unsurlar tahlil edilmelidir. Bu unsurlardan biri değişen çevredir. Bunun incelenmesi fiziki coğrafyanın işidir. Fiziki coğrafyanın temelleri üzerine inşa edilmemiş bir siyasi coğrafyanın mantığı olamaz. Coğrafya, bu etkileşimi inceleyen bilimsel bir disiplin olarak ele alınmalıdır (Mackinder, 1887).

Coğrafya, dış siyasette en temel unsurdur, zira en devamlı ve kalıcı olan odur. Bir ülkenin coğrafi mevkii, o ülkenin dış siyaseti üzerinde belirgin kısıtlamalar getirirken diğer taraftan da belirgin fırsatlar sağlar.

Coğrafyanın siyasi olarak incelenip değerlendirilmesi ve bunun bilimsel disiplin altında yapılması ihtiyacı her ne kadar Harold J. Mackinder tarafından yukarıda alıntısı yapılan tebliği ile 1887 tarihinde ileri sürülmüşse de böyle bir bilimsel çalışma alanının JEOPOLİTİK olarak adı İsveçli Rudolf Kjellen tarafından 1899 tarihinde İsveç’in sınırları hakkında yazılan bir makalede konulmuştur. O tarihten bu yana da basit olarak coğrafya ve politika kelimelerinin hecelerinden oluşan bu yeni kelimeye pek çok farklı anlamlar yüklenmiştir (Yarın Dergisi  30 Eylül 2003).

JEOPOLİTİK VE COĞRAFYA

Jeopolitik, Coğrafi çevreyi politikada kullanma sanatıdır ve üst düzey siyasetçilerin bilimidir. Günümüzün devlet adamları ve askerleri jeopolitiği iyi bilmek ve anlamak zorundadırlar.

Dr. Erich Obest, “Jeopolitik iyice öğrenilmeden meşgul olunursa tehlikeli yolların ve polemiklerin açılmasına neden olunur. Jeopolitik devletin coğrafi vicdanı olmak ister” demektedir.

Tarih boyunca toplumsal yaşamda ve toplumlararası mücadelelerde coğrafyanın değeri bilinerek hareket edilmişti. Konunun bilimsel bir tarzda ele alınışı yakın tarihlere hemen hemen 20. yüzyıl başlarına rastlamaktadır. Jeopolitik, kavram olarak bu dönemde anlam kazanmaya başlamış ve özellikle iki dünya harbi arasında geliştirilmiştir. Dünya hakimiyeti peşinde koşan veya güçlü kalma uğraşı veren ülkeleri, ortaya attıkları teorilerle etkileyen büyük jeopolitikçiler çoğunlukla bu dönemde yaşamışlardır. 

Ratzel’e göre siyasi coğrafya mükemmel haritalar yapmakta ve ülkeleri tanımak için yeni bilgiler getirmekte, havanın, nüfusun, iklimin etkilerini yeterli bir şekilde açıklamakta ise de, siyasi ilimler üzerinde tatmin edici bir duruma ulaşamadığından cansız ve sade kalmaktadır. O halde coğrafya, siyasi ilimleri de yine kendi sahasında işleyerek ancak Siyasi Coğrafyayı statik olmaktan kurtaracak ve ona bir hayat ve canlılık kazandıracaktır (Cömert, 2002).

Bu çalışma Türkiye’nin yakın tarih ve günümüz şartlarında yer aldığı jeopolitik ortamı çeşitli projeksiyonlar ışığında daha net ve sayısal harita ortamında belirlemeyi amaçlamaktadır.

 

 

KLASİK TEORİLER

Kara Hakimiyet Teorisi:İngiliz Jeopolitik Ekolü’nün temsilcisi Sir Halford Mackinder (1861-1947) bir coğrafyacıdır. Mackinder, dünya coğrafyasına politik ve özellikle dünya hakimiyeti açısından değerlendirme çalışmasına girmiş ve bu çalışmaları ile “Kara Hakimiyet Teorisi”nigeliştirmiştir.

Mackinder, yeryüzünde bir tek büyük kara parçasının olduğunu kabul eder. “Dünya Adası-World Island” adını verdiği Avrupa-Asya-Afrika kıtalarıdır. Rusya’nın bulunduğu orta bölge “Heartland-Kalpgah”tır.Mackinder, üç aşamada hudutlarını geliştirdiği Heartland ile meşhur formülünü ifade eder.“Doğu Avrupa’yı elinde tutan Heartland’e egemen olur, Heartland’i elinde tutan Dünya Adasına egemen olur, dünyanın bu adasını elinde tutan dünyaya egemen olur.”Böyle bir kara parçasına sahip tek devlet Rusya’dır ve dünya hegemanyasını elde etmesine mani olunmak isteniyorsa onun açık denizlere çıkmasına müsaade edilmemelidir (Şekil:1).

 

Deniz Hakimiyet Teorisi: Amerika’da Amiral Alfred Thayer Mahan (1841-1914), 1890’da yayımlanan “Deniz Kuvvetlerinin Tarihe Etkisi” adlı eseriyle “Deniz Hakimiyet Teorisi”nin esaslarını ortaya koymuştur(Şekil:2).19. Yüzyılda endüstri devrimi sonucu bir yandan yeni keşifler yapılmış, diğer yandan ekonomik ilişkiler büyümüştür. Ham madde arayışı ve yeni ürünlerin pazarlanması ihtiyacı, deniz yollarının önemini artırmış, gelişen teknoloji ile mesafeler kısalmıştır. Tarihi ipek yolu önemini kaybederken, Mahan’ın “Denizlere hakim olan dünyaya hakim olur” tezi tesadüfen ortaya çıkmamıştır.

 

Kenar Kuşak Teorisi: Amerikan Jeopolitik Ekolünün gelişmesi özellikle Prof. Nicolas Spykman (1893-1943)’le başlar. Amerikan milli güvenlik politika ve stratejisinin dayanacağı coğrafi esasları ve yaptığı dünya coğrafyası değerlendirmesi ile de “Kenar Kuşak Teorisi – Rimland”i ortaya koymuştur(Şekil:3). Spykman bu teori ile aslında Mackinder’in Kara Hakimiyet Teorisine cevap vermekte ve Sovyetleri Asya’nın merkezi bölgesinde tutacak ve denizlere çıkışını çok büyük ölçüde engelliyecek politika ve stratejileri ön plana çıkarmaktadır.

Hakim güç Heartland değil, Dış-Kenar Hilâl üzerindeki ülkelerdir. Bunların başında ABD gelir. Ancak Heartland’a ulaşmak için, İç-Kenar Hilâl’in yani müslüman Türk Dünyası’nın ele geçirilmesi şarttır(Sevgi,1988).

 Hava Hakimiyet Teorisi: Hava Hakimiyet Teorisi, A.B.D’li havacılar tarafından ortaya konulmuş ve benimsenmiştir. Teorinin temellerini Havacı Albay Hausy Scitaklian atmıştır. Teorinin uygulanabilirliği özellikle uzay çalışmaları ile farklı bir anlam kazanmış ve ortaya uzay jeopolitiği diye bir kavramın gelişmesine yol açmıştır. Teorinin temel felsefesini; “Havaya hükmeden bir millet, tüm dünyaya hakim olur. Bu sebeple havacılıkta daima üstün olmak gerekir.” teşkil eder.

George T. Renner, “Human Geography in the Air Age” adlı eserinde özetle şunları tesbit etmiştir; Dünya üzerinde bulunan hava yolları ve limanlarının, daha ziyade Avrasya’da toplanmaktadır. Kuzey Amerika’daki hava yolları ve limanları, Kuzey Kutup bölgesinden Avrasya’ya kolay bir şekilde ulaşabilmektedir. Merkezi Kuzey Kutup bölgesi olan, Avrasya ve Kuzey Amerika, yeni ve daha geniş bir heartland bölgesini teşkil etmektedir. Kutup bölgesine komşu olan heartland bölgesinde, Kanada, A.B.D, İskandinav Ülkeleri, Rusya gibi ülkeler bulunmaktadır.  Heartland’ın çevresinde, “Dünyanın kenar Ülkeleri ya da Kıyı Ülkeleri Kuşağı” yer almaktadır. Bu kuşak içinde, Batı Avrupa ve Akdeniz ülkeleri, Güney ve Doğu Asya Ülkeleri ve Meksika bulunmaktadır. Kenar ülkelerin dışında ise, “Dünyanın Saçak Ülkeleri” bulunmaktadır ki, Afrika, Güney Amerika ve Okyanusya ülkeleri bu kuşak içinde kalırlar (Şekil:4).

Hava hakimiyetine dayanan bir başka görüş, Alexander P.de Seversky tarafından ileri sürülmüştür. Seversky, Renner’in ileri sürdüğü fikirleri benimsemiş ve onun gibi, dünyayı Kuzey Kutup bölgesinden bakmıştır. Bu bölgeye en yakın bölgeler Kuzey Amerika ve Sovyet Rusya’dır. Kuzey Amerika’nın etki sahası Güney Amerika, Sovyet Rusya’nın hava hakimiyet sahası ise Güney ve Güneydoğu Asya ile Sahra’nın güneyindeki Güney Afrika’dır. Kuzey Amerika ile Sovyet Rusya arasında kalan Avrupa’nın kıyı bölgeleri, Kuzey Afrika ve Orta Doğu, Dünyanın kalp sahasını oluşturur. Kalp sahası aynı zamanda Karar Sahası olarak nitelendirilebilir ve bu bölgeye sahip olan bir güç, dünyaya hakim olabilir. Bu bölgenin kontrol altına alınabilmesi için kara ve deniz gücünü, hava gücünün emrine vermek gerekir( Özey).

 II. DÜNYA SAVAŞINDAN SONRASI

Domino Teorisi: II. Dünya savaşından sonra değişen dünya dengeleri açısından türkiye’nin önemi ortaya çıkmıştır. Doğu blokunun etkinliğini önlemek üzere Türkiye batı bloku içine alınmıştır.

Acheson’un teorisine:göre;Yunanistan düşerse Türkiye düşecek, Türkiye düşerse, Avrupa düşecektir.

 

YENİ DÜNYA DÜZENİ JEOPOLİTİKÇİLERİ

Bunların başında şüphesiz, Sovyetler Birliği’nin dağılmasında ve serbest piyasa ekonomisine geçmesinde önemli adımlar atan Mikhail Gorbachev gelir. Gorbachev, özellikle Yeni Siyasi Düşünce konularında çok sayıda konuşmalar yapmıştır.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Francis Fukuyama, “Tarihin Sonu” adıyla bir başka tez ortaya atmıştır. Edward Luttwak, “Jeo-Ekonomik Denge” üzerinde durmuş ve A.B.D Devlet Başkanı George Bush, A.B.D’nin “Yeni Dünya Düzeni” adı altında dünyayı yönetme fikirlerini ortaya atmış ve uygulama aşamasına geçirilmesinde önemli adımlar atmıştır. G7 (gelişmiş Yedi Ülke), IMF (Uluslar arası Para Fonu)  ve WTO liderleri, geleneksel liberalizm  ve yeni liberalizm yanlısı görüşler ortaya atmışlardır.

Samuel Huntington, Medeniyetlerin Çatışması (Clash of Civilizations) adlı çalışmasında, Yeni Dünya Düzeni çerçevesinde dünya hakimiyetinden söz etmektedir ve gelecek yüzyıldaki muhtemel tüm çatışmaların medeniyetler arasında olabileceğini dile getirmiştir.

Büyük Satranç Tahtası: Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası adını verdiği çalışmasında, dünyayı bir satranç tahtasına benzetmekte ve bu satranç tahtası üzerinde, şahı, etkin oyuncuları ve piyonları belirlemeye çalışmaktadır. Tabii ki, Brzezinski’ye göre şah, A.B.D’dir (Özey).

Eksen Ülkeler Hakimiyet Teorisi: Bu teori, 1989 yılında Sovyetler Birliği’nin  dağılmasından sonra ortaya atılan  ABD merkezli bir  hakimiyet teorisi niteliği taşımaktadır. Teori, Robert Chase, Emil Hill ve Paul Kennedy tarafından  kaleme alınan ve 1996 Ocak ayında Foreign Affairs’de yayınlanan “Eksen Ülkeler Devletler ve ABD Stratejisi” adlı makale ile ortaya atılmış ve daha sonra bu teori, diğer bazı araştırmacıların da katılımı ile daha da genişletilerek, 1999 yılında “ The Pivotal States: A New Framework for U.S. Policy in the Devoloping World” adıyla kitap halinde yayınlanmıştır. Bu eser, 2000 yılında, sabah yayınları tarafından “Eksen Ülkeler –Gelişen Dünyada ABD Politikasının Yeni hatları-. adıyla Türkçe olarak yayınlanmıştır. 

Eksen ülkeler Teorisini ortaya atan teorisyenler; “Bizler, ABD’nin, Avrupa, Rusya, Japonya ve Çin gibi büyük güçlerle olan ilişkilerine her zaman ilk önceliği vereceğini baştan kabul etmiş görünmekteyiz. İsrail, Suudi Arabistan, Kuveyt, güney Kore gibi bazı özel müşterilerle bu özel müşterileri özellikle tehdit eden birkaç “haydut” devletle, örneğin kuzey Kore, Irak, İran ve Libya gibileriyle  ilgili olarak da dikkatli olması gerektiği bir bakıma doğal sayılmaktadır.

Ama ABD dünyanın geri kalan 130 ya da 140 ülkesine yönelik olarak nasıl bir strateji izlemelidir? Ne de olsa, bu devletlerin bazıları daha şimdiden kendi bölgelerinde önemli oyuncular durumundadır ve önümüzdeki yüzyıl içinde onlar da Büyük Güç haline gelme potansiyeline sahiptir. Bu yeni gelişen devletleri şimdiden belirlemeye ve onlarla özel ilişkiler kurmaya yönelik bir strateji, gelecekte Amerikan dış politikasının sorunlarını bir hayli hafifletebilir.”diyerek teorilerinin gerekliliğini savunmaktadırlar.

Teoriye göre, Gelişen Dünyada ABD politikasının ana hatları ne olmalıdır? Eksen ülkeler hangileridir? Sorularına cevaplar aranmış ve bazı sonuçlara gidilmiştir. Teorisyenler eksen ülke olabilecek  ülkeleri şöyle sıralamaktadırlar; Endonezya, Hindistan, Pakistan, Türkiye, Mısır, Güney Afrika, Brezilya, Cezayir ve Meksika. Bu ülkeler konunun uzmanları tarafından iyice tahlil edilmişlerdir. Ayrıca bu ülkeler, nüfus, uluslar arası göç, çevre, insan hakları stratejisi, etnik çatışma, uluslar arası finans, ticaret bakımından değerlendirilmişler ve ABD’nin Stratejik Planlaması  üzerinde durulmuştur.

Bu teoriye göre ABD, eğer dünyaya hakim olmak istiyorsa, diğer süper güçlerin dışında, dünya platformunda kendi bölgesinde en üstün olan 9 eksen ülke ile  ilişkilerini daya iyi düzenlemek zorundadır. Bu 9 ülkenin hepsi aynı düzeyde eksen ülke olmayabilir veya gelecekte bir başka eksen ülke ortaya çıkabilir. Bu nedenle, dünya üzerindeki  bölgesel güç oluşturabilecek ülkelere karşı strateji geliştirilmelidir (Şekil:5).

Dünya üzerinde bulunan bu 9 ülke (Endonezya, Hindistan, Pakistan, Türkiye, Mısır, Güney Afrika, Brezilya, Cezayir ve Meksika) neden eksen ülkedir? Başta bu ülkelerin bazıları  (Endonezya, Türkiye, Mısır ve Meksika), jeostratejik açıdan ABD ve müttefikleri açısından önemlidir. İkincisi bu ülkeler çağdaşlaşmakta, gelişmekte ve zaman zaman tökezlemektedirler. Tökezlemeleri neticesinde bölgesel kaos ortaya çıkabilir. Bu nedenle bu ülkeler başarı ile başarısızlık arasında bıçak sırtında durmaktadırlar. Üçüncüsü bu eksen ülkeler, kendi bölgeleri üzerinde yararlı ya da zararlı etkiler yaratabilme potansiyeline sahiptirler. Dördüncüsü ve en önemlisi bu ülkeler, çevre sorunları, insan hakları ve nüfus gibi geniş ortak kesite sahip konulardaki küresel temaslarda kilit rol oynayabilirler.

Teorisyenlerin, Eksen ülkeleri teorisinin geleceği hakkında şu cümleleri dikkat çekicidir. “Önümüzdeki yıllarda bir eksen ülkeler politikası uygulamakla, hem Amerikalı politika yapımcılarının, hem de geniş dünya toplumunun çok daha kârlı çıkacağını görüyoruz.

Peki, Eksen Ülkeleri Hakimiyet teorisinde, Türkiye’nin yeri nerededir? ABD’nin Türkiye için öncelikleri nelerdir? İşte bu soruların cevapları da oldukça ilginç. Türkiye konusunu, Washington D.C.Deki Washington Yakındoğu Politikası Enstitüsü’nde üst düzey öğretim üyesi olan, ayrıca Ortadoğu ve Türkiye uzmanı olan Alan O. Makovsky ele almıştır. Makovsky, aynı zamanda ABD’nin Türkiye analisti, İstihbarat ve Araştırma Bürosu Güney Avrupa bölüm şefidir. Makovsky’nin Türkiye ile ilgili görüşleri oldukça dikkat çekici. Diyor ki; “ABD dış politasında birincil önceliğe sahip birkaç bölge arasında, türkiye de Amerika’nın güvenlik çıkarları açısından kanıtlanmış bir öneme sahiptir.”

Makovsky; “Türkiye yalnız bir açıdan değil, birçok açıdan “eksen ülkedir.”demekte ve bunları özetle şöyle sıralamaktadır; “Türkiye ideolojik eksenlere duyarlı bir devlettir. Sınır komşusu olduğu bölgelerin çoğunda, ABD çıkarları için hayati önem taşımaktadır. Türkiye, komşularının lider kabul ettiği bir ülkedir. Türkiye aynı zamanda NATO’nun tek Müslüman çoğunluk devletidir ve NATO’nun en büyük devletlerinden biridir. Siyasal olarak, Türkiye herhalde hâlâ İslâm Dünyası’nın  en demokratik ülkesidir. Ekonomi söz konusu olduğunda, Türkiye uzmanlara meydan okumaktadır. Ortadoğu bölgesinde en önemli bir müttefiktir. Müslüman dünyasının İsrail’le ilişkilerinin normalleştirilmesinde tempo koyucu (tavşan) rolü üstlenmiştir. 1949’dan  1979’a kadar Türkiye, İsrail’i tanımış olan tek Müslüman devlettir. Türkiye, terörü destekleyen ülkeler listesindeki üç ülkeyle (İran, Irak, Suriye) birden sınır komşusu olan tek dünya ülkesidir. Türkiye dil ve kültür yakınlıkları nedeniyle Eski Sovyetler Birliği ülkeleriyle ekonomisi giderek artmakta ve kilit nokta durumunda bulunmaktadır. Balkanlarda yapıcı bir Türk rolü ABD için özellikle yararlıdır. Zaten Türkiye genellikle bölgedeki önemli ABD çıkarlarına hayati destek vermiştir. Türkiye, bölgede jeostratejik ve siyasal açıdan bölgesel bir güçtür.”

 

Merkezi Türk Hakimiyet Teorisi: Milattan önce 2.yüzyılın ortalarından bugüne kadar uygulama aşamasına konulan ve başarılı olan bir dünya hakimiyeti vardır. Bu hakimiyet teorisi, ÖZEY tarafından geliştirilerek, “Merkezi Türk Hakimiyet Teorisi” adı verilmiştir. Ayrıca bu teoriye, teorinin temelini ve çekirdeğini oluşturan Dünya Kalesi, bugün için Türklerin yaşadığı toprakları kapsadığından kısaca “Türk Hakimiyet Teorisi” de denebilir (Şekil:6).

Bu hakimiyet teorisini şu şekilde oluşturabiliriz; "Asya, Afrika ve Avrupa eski kara kütlelerinin bitişme noktasında yer alan Anadolu yarımadası, dünya kalesini, aynı zamanda dünyanın kalbini (heartland) oluşturmaktadır. Çünkü Anadolu yarımadası, üç tarafı denizlerle çevrilidir. Yükselti bakımından kıtaların en yücesi olan Asya'dan (1010 m.) bile hayli yüksek (Türkiye'nin ortalama yükseltisi 1132 m.) bir kara parçasını teşkil eder. Anadolu yarımadasının Asya ve Afrika'ya bitişik olduğu kesimlerde aşılması zor sıradağlar yer almaktadır ( Özey).

SICAK VE TAMPON BÖLGELER

CBS Ortamında yapılabilen analizlerden biri de yakınlık ve komşuluk gibi topolojik analizlerdir. Uygulamada Ortadoğu ve balkanlardaki sıcak ve çatışma bölgelerinin çevresine 1000 km lik bir etki (buffer) sahası oluşturuldu. Sonuçta Türkiye’nin tüm bu tampon sahaların bileşkesinde yer aldığı görüldü (Şekil:7).

 

SONUÇ

-Jeopolitik bir kesinlik değil, bir değerlendirmedir.

-Jeopolitik coğrafi verilere dayanan politika oluşturulmasının bilimsel zeminidir.

-Yeryüzünde stabil olan ve stabil olmayan dengeler ve coğrafi gerçekler mevcuttur

-Güç odakları sahip oldukları durumlarını korumak ya da daha iyi bir duruma gelmek için jeopolitiğin ilkelerine dikkat etmek durumundadırlar

-Tarih boyunca haritalar üzerinde çeşitli stratejiler geliştirilmiş ve farklı sonuçlara ulaşılmıştır.

 -Sayısal yeryüzü haritasında ve farklı projeksiyonlar ışığında Türkiye ve Jeopolitik doktrinler arasındaki ilgi incelendiğinde aslında Türkiye’nin üzerinde gereğince durulmadığı kadar önemli bir konuma sahip olduğu dikkati çekmektedir.

-Akılcı ve bilimsel stratejiler geliştirmek, Doğru kararlar, yerinde önlemler almak ancak rasyonel, doğru harita üzerinde, yeryüzü gerçeklerine uygun analizler yapmakla mümkündür.

 

KAYNAKLAR

 Cömert, S., 2002, “Jeopolitik Ve Türkiye’nin Yaldığı Yeni Jeopolitik Ortam”, Jeopolitik Bilimsel Araştırmalar Derg., Sayı:1, İstanbul

Harold J. Mackinder. The Scope and Methods of Geograpy (Coğrafyanın kapsamı ve yöntemleri) Proceedings of the Rooyal Geographic Society. Cilt 9 (1887) Sh. 141 – 160

İlhan, S., Jeopolitik Çalışmaları, http://www.jeopolitik.org/jeo-4, download: Eylül 2003

İlhan, S., 1993, Türkiye'nin ve Türk Dünyasının Jeopolitiği, Türk Kültürünü Araştırma Ens. Yay: 134, Ankara

Sevgi, C., 1988, Jeopolitik ve Jeostratejinin Tarihsel Gelişimi Açısından Türkiye’nin Stratejik Konumu, Ege Cog.Derg. S: 14, Sf: 214-249, İzmir.

Yarın Dergisi url:http://www.yarindergisi.com/yarindergisi2/mayis/11.htm  Download:30 Eylül 2003

Yeniçeri, Ö., Jeopolitik ve Jeostratejik Konumunun Türkiye Yönelttiği Tehditler” 24 Mayıs 1995, Niğde Üniversitesi Derbent kampusü.

 



























 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder