Sabri Karadoğan[1], Hurşit Yetmen[2], Catherine Kuzucuoğlu[3]
Özet
6 Şubat 2023'te Türkiye’nin güneydoğusunda Doğu Anadolu Fay
Zonu (DAFZ) ve Ölüdeniz Fay Zonu (ÖDFZ) ilişkili olarak yıkıcı depremler
meydana geldi. Özellikle Kahramanmaraş'ta moment büyüklüğü (Mw) 7,8 ve 7,6 olan
iki yıkıcı deprem, ardından Hatay'da meydana gelen Mw 6,4 deprem ve bu
depremlerin ardından meydana gelen çok sayıda küçük-orta büyüklükte artçı
deprem Türkiye’nin 11 ilini büyük ölçüde etkileyerek büyük hasara, can ve mal
kayıplarına neden oldu. Depremlerin dinamiklerine, etkilerine ve sahadaki
yansımalarına dair ilk günden itibaren çeşitli disiplinlerce çok sayıda çalışma
yapıldı.
Araştırmanın odağı, deprem etkilerinin morfolojik birimler ve
bunların jeomorfolojik koşullarıyla ilişkisidir. Her şeyden önce bu depremlerin
çok geniş bir coğrafyada hissedilmesi ve odak noktasına çok uzak illerde bile
yıkımlara ve çok sayıda can ve mal kaybına neden olması, olayın karmaşıklığını
ve önemini göstermektedir. Bu durum, çalışmanın çok geniş bir alanda, çok
sayıda ve çeşitli jeomorfolojik ünitenin incelenmesini gerektirdi. Söz konusu
depremlerin şimdiye kadar bilinen önceki depremlerin davranışını sergilemediği
açıktır. Diğer yandan ana fay hatlarına yakınlık ve uzaklığa bağlı olmaksızın
yıkımların gerçekleştiği açıktır. Bu nedenle son depremlerde dikkat çekilmesi
ve araştırılması gereken konu sadece levha etkileşimleri ve depremi üreten
dinamiklerle ilgili bölgesel tektonik kaynak süreçler değil aynı zamanda
jeomorfolojik koşullar, özellikle morfolojik birimlerin birbiriyle bağlantıları
ve ilişkileridir. Bu bağlamda özellikle ova ve basen etkilerinden dolayı bu morfolojik
birimlerin oluşum mekanizmaları, geometrileri ve zemin büyütme davranışlarının
açıklanması büyük öneme sahiptir.
Bu çalışmada 6 Şubat ve sonrasında yaşanan yıkıcı depremlerin
ilk etkilerinin alansal dağılışı yapılmış, en çok yıkım gerçekleşen alanlar
jeomorfolojik yapılarla ilişkilendirilerek basen etkisine dikkat çekilmiş,
tektonik hatlar yanında jeomorfolojik etmenlerin önemi vurgulanmıştır.
Çalışmanın en önemli bulgusu, depremlerin olası hasarlarını azaltmak,
etkilerini daha iyi anlamak ve tahmin edebilmek için jeomorfolojik faktörleri
de dikkate alan bir yaklaşıma ihtiyaç duyulduğunun ortaya çıkmasıdır.
Anahtar Kelimeler: 6
Şubat depremleri, Güneydoğu Anadolu, jeomorfoloji, Basen etkisi, Ova ve
Havzalar.
Regional Impacts and Geomorphological Analysis of February 6, 2023 Kahramanmaraş Earthquakes
Abstract
On February 6, 2023, devastating earthquakes occurred in
southeastern Turkey related to the East Anatolian Fault Zone (EAFZ) and the
Dead Sea Fault Zone (DSFZ). Two destructive earthquakes with moment magnitudes
(Mw) of 7.8 and 7.6, especially in Kahramanmaraş, followed by an Mw 6.4
earthquake in Hatay, and many small to medium-sized aftershocks afterward,
significantly impacted 11 provinces of Turkey, causing extensive damage, loss
of life, and property. From the first day, numerous studies have been conducted
by various disciplines on the dynamics, effects, and reflections of the
earthquakes in the field.
The focus of the research is on the relationship between the
effects of the earthquakes and the morphological units and their
geomorphological conditions. First and foremost, the fact that these
earthquakes were felt over a vast geographic area and caused destruction and
significant loss of life and property even in provinces far from the focal
point demonstrates the complexity and importance of the event. This situation
necessitated the examination of many and varied geomorphological units over a
wide area. It is evident that these earthquakes did not exhibit the behavior of
previously known earthquakes. On the other hand, it is clear that destructions
occurred regardless of the proximity to or distance from the main fault lines.
Therefore, the subject that needs to be emphasized and investigated in recent
earthquakes is not only the regional tectonic source processes related to plate
interactions and the dynamics that produce earthquakes but also
geomorphological conditions, particularly the connections and relationships of
morphological units with each other. In this context, due to the effects of
basins and plains, it is crucial to explain the formation mechanisms,
geometries, and ground amplification behaviors of these morphological units.
In this study, the spatial distribution of the initial effects
of the destructive earthquakes that occurred on February 6 and afterward was
mapped, the most affected areas were associated with geomorphological
structures emphasizing the basin effect, and the importance of geomorphological
factors alongside tectonic lines was highlighted.The most important finding of
the study is the revelation of the need for an approach that takes into account
geomorphological factors among others to help reduce the potential damage of
earthquakes, understand their effects better, and predict them.
Keywords: 2023
February 6 earthquakes, Southeastern Anatolia, Geomorphology, Basin
effect, Plains and basins
1. GİRİŞ
6 Şubat 2023 tarihinde Türkiye’nin Güneydoğusunda,
Türkiye saati ile 04.17’de ve 13.24’te merkez üssü Pazarcık (Kahramanmaraş) ve
Elbistan (Kahramanmaraş) olan iki deprem (Mw 7,8 ve Mw 7,7) meydana geldi
(Şekil 1). Söz konusu depremler, Türkiye’de yaşanan en büyük ikinci ve üçüncü
depremler olarak kayıtlara geçmiştir. Depremler, Akdeniz, İç Anadolu, Doğu
Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerini kapsayan çok geniş bir alanda
hissedilmiş ve Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman, Malatya, Osmaniye, Gaziantep,
Adana, Kilis, Diyarbakır, Elâzığ ve Şanlıurfa illerinde ciddi oranlarda
kayıplara ve yıkımlara neden olmuştur. Bu 11 ilde 1,74 milyonu Suriyeli
sığınmacı olmak üzere yaklaşık 15,75 milyon insan depremlerden etkilenmiştir
(CB SBB Raporu, 2023). Geniş alanda hasar veren bu depremler esnasında Karasu
Grabeni içinde 09-16 Şubat 2023 saat 24.00’a kadar geçen zamanda 3000’e yakın
artçı deprem meydana gelmiştir (İTÜ, Mart 2023). İlk deprem Pazarcık Segmenti
ve Amanos Segmenti üzerinde gerçekleşmiştir. Bu depremin artçısı, 6.8
büyüklüğünde olup, sadece 11 dakika sonra birinci depremin yaklaşık 10 km güneybatısında
yine Karasu Grabeni içerisinde Nurdağı ilçesine yakın bir yerde meydana
gelmiştir (Ünlügenç vd., 2023). Bu artçı, birinci deprem sonrası ayakta kalan
binaları çok ciddi bir şekilde etkilemiş ve yıkmıştır. Bu depremler ile DAFZ’ın
yüzlerce km uzunlukta 5 segmenti kırılmıştır. İkinci deprem ise aynı gün
yaklaşık 9 saat sonra ilk depremin olduğu yerin yaklaşık 100 km kuzeyinde, Elbistan’ın
güneyinde saat 13.24’te meydana gelmiştir. DAFZ’ın kuzey kesimlerinden uzanan
Sürgü-Çardak Fay Segmenti, ilk depremler tarafından tetiklenerek 7.6 büyüklüğünde
ikinci büyük bir deprem ile Kahramanmaraş’ın Ekinözü ilçesi civarında
kırılmıştır. İkinci depremin artçısı da 98 dakika sonra aynı segmentin yaklaşık
65 km batı kesiminde Göksun ilçesinin yaklaşık 10 km kuzeyinde 6 büyüklüğünde
meydana gelmiştir (Ünlügenç vd., 2023).
Ayrıca Adıyaman’ın Gölbaşı ilçesi güneyinde KD-GB
doğrultusunda Gölbaşı Segmentinin de kırıldığı anlaşılmaktadır. Depremler,
yaklaşık olarak 400 km uzunluğunda yüzey kırıkları oluşmasına neden olmuştur (İTÜ,
Mart 2023). Bu depremler sonrasında meydana gelen 12000’in üzerinde
artçı sarsıntılar sonrasında
da 20.02.2023 tarihinde
Amanos Fayının uzantısında
bulunan ve o tarihe kadar kırılmamış bulunan Antakya Fayı saat 20.04’te 6.4
büyüklüğünde bir depremle kırılmıştır (Ünlügenç vd., 2023).
6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesi
yakınlarında Mw 7,7 büyüklüğünde olan ilk deprem Kahramanmaraş-Antakya tektonik
oluğu içerisindeki fayların hareketi ile oluşmuştur. Bu alanın büyük ölçüde kalın
alüvyon dolgudan oluşması ve bu zeminlerin deprem dalgalarını büyüterek
binalara iletmesi büyük yıkımlara neden olmuştur. Antakya’nın depremin merkez üstünden
140 km uzakta olmasına rağmen çok fazla etkilenmesi; deprem dalgalarının
Antakya’ya kadar nerdeyse kesintisiz
devam eden kalın bir alüvyon dolgu içinde
ilerlemesi ile açıklanabilir. Bu alüvyal morfolojiler deprem sırasında
sıvılaşma ve oturmaya bağlı deformasyonların
sıklıkla gözlemlendiği alanlar
olmuştur. Özellikle Adıyaman Gölbaşı’nda ve Hatay
Demirköprü’deki tespitlerde zemin sıvılaşmasına bağlı olarak yan yatan ya da
zemine batan binalar görülmüştür. 6
Şubat 2023 tarihinde
Kahramanmaraş'ın Ekinözü ilçesi
yakınlarında 7,6 Mw büyüklüğündeki Çardak
Fayı üzerinde meydana gelen
ikinci deprem kuzeyde Nurhak ve
güneyde Engizek Dağları arasında doğu
batı doğrultulu tektonik koridor içerisinde meydana gelmiş, dolayısıyla depremin merkez
üssüne 20 km mesafede olan ve havza içinde alüvyal zemin üzerinde
yer alan
Elbistan şehri yanında yine doğu
uzantısında yer alan Malatya ve Adıyaman havzalarını büyük ölçüde etkilemiştir
(Jeomorfoloji Deneği, 2023).
Sismik aktivitenin nerelerde yoğunlaştığını gösteren
haritaların hazırlanması depremlere hazırlanmak ve yanıt stratejilerinin
geliştirilmesine yardımcı olabilir. Ayrıca yüzey kırığı bulunmayan ve daha önce
tanımlanmamış fayların tespit edilmesinde, sismik boşluk kuşaklarının
belirlenmesinde bu haritalar değerlendirilebilir. 6 Şubat ve sonrasındaki yedi
gün içinde meydana gelen sarsıntıların dağılışı incelendiğinde, DAFZ ve ÖDFZ ile
paralel bir deprem yoğunluğu dağılış deseni görülmektedir (Şekil 1). Bu
beklenmeyen bir durum değildir, ancak söz konusu yoğun sismik aktivite kuşağına
görece uzak ve sismik aktivite yoğunluğu görülmeyen yerleşim yerlerinde meydana
gelen yıkım ve hasarların gerekçeleri başka etmenlerde aranmalıdır. Bu
çalışmada ‘basen etkisi’ etmeni ağırlıklı olarak ele alındı.
Depremin etkili olduğu alanlarda sadece doğrultu atımlı
faylar değil oblik, düşey atımlı, hatta bindirme faylarının da etkili olduğunu
unutmamak gerekir. Bu depremlerin oluşması sonrasında Doğu Anadolu Fayı’nın güney
segmentleri boyunca sahada sol yönlü yanal ötelenmeler yanında kuzey bloğun
yükseldiği 1,5 metreye varan düşey atımlar tespit edilmiştir (Ünlügenç vd.,
2023).
Bu durum sonraki yüzey kırılmalarının mutlaka aynı
yerlerde gerçekleşmeyebileceğini, dolayısıyla sadece yüzey kırıklarından tespit
edilen fay hatlarına bağlı kalınarak risk haritalarının yapılamayacağını, plan
ve imar çalışmalarının yürütülemeyeceğini göstermektedir. Nitekim Türkiye aktif
fay haritası ile yüzey kırıkları birbirlerini üzerlemediği ve farklı alanlardan
geçtiği belirtilmektedir (İTÜ, Şubat 2023).
Söz konusu depremlerde dikkat çekilmesi gereken konu
sadece tektonik olaylar, hatlar ve etkileri değil, bunların diğer yeryüzü
süreçleri ile birlikte oluşturdukları jeomorfolojik koşullardır. Bu durumda
depremin etkisinin yaygın olduğu bölgedeki basen (havza) etkilerinden ve zemin
büyütmesinden bahsetmek gerekir (Şekil 2).
Yeryüzünde meydana gelen depremlerin etki dereceleri
birçok faktörle birlikte özellikle fayın
kırılma mekanizmasına, sismik kabuğun yapısına ve yüzeye yakın zeminler ile
yumuşak kayaçların özelliklerine bağlıdır. Özellikle yer kabuğunu örten genç
alüvyonların ve sedimanter kayaçların deprem kaynağından uzak mesafelerde bile
önemli ölçüde yapı hasarlarına yol açabildikleri bilinmektedir. Örneğin 30 Ekim
2020 tarihinde Ege Denizi’nde Sisam Adası açıklarında meydana gelen 6,9 moment büyüklüğündeki
deprem, merkez üssünden yaklaşık 70 km uzaklıkta olan İzmir Bayraklı ilçesinde
yoğun hasara yol açmıştır.
Yüzeye yakın zeminlerin ve genç sedimanter kayaçların
deprem yer hareketi üzerindeki etkisi zemin büyütmesi olarak
isimlendirilmektedir. Zemin büyütme etkileri bir boyutlu ve iki – üç boyutlu
etkiler olarak sınıflandırılabilir. Bir boyutlu etkiler, birbirini izleyen
farklı yoğunluk ve kayma dalgası hızına sahip tabakaların empedans farkı
nedeniyle sismik dalgaların genliklerinin artması, tabakaların doğal titreşim
periyotlarındaki yer hareketlerini büyütmeleri sebebiyle oluşan kısmi rezonans
etkileridir. Sedimantasyon sırasında oluşan vadi tabanları – basenler ise
genellikle yüksek yoğunluk ve kayma dalgası hızına sahip kayaçlar ile
sınırlandırılmış, daha düşük yoğunluk ve kayma dalgası hızına sahip yapılardır.
Bu tür jeomorfolojik birimlerde iki ve üç boyutlu yapılar nedeniyle ilave zemin
büyütmeleri oluşmaktadır (Işık, 2023).
Basen etkileri terimi, konveks çöküntüleri dolduran
yumuşak sedimanter çökellerdeki hapsolmuş yankılanan deprem dalgalarını ifade
eder (Ayoubi vd., 2021). Basen etkileri dalgaların frekans içeriğini ve
süresini önemli ölçüde değiştirir. Havza kenarlarında yüzey dalgaları oluşur, ayrıca
havza geometrisinden kaynaklanan sismik dalgaların odaklanarak şiddetlendiği
alanlar da oluşabilmektedir (Işık, 2023).
Basen etkileri geçmişteki Mw=8,0 1985 Michoacan,
Meksika, Mw=6,9 1995 Kobe, Japonya ve Mw=7,8 2015 Gorkha, Nepal gibi
depremlerde sarsıntı şiddeti ve süresi üzerinde önemli rol oynamıştır. Bunun
dışında, Kuzey Yunanistan’daki Volvi havzasındaki Euroseistest, Japonya’daki
Ashigara vadisi, Japonya’daki Ohba vadisi gibi basen etkisinin ortaya konduğu
çalışmalar mevcuttur. Türkiye’de de 6 Şubat depremlerinden sonra basen etkileri
ile ilgili yapılan bir çalışmada yüksek periyotlarda çok yüksek spektral
ivmelerin gözlenmesi olası bir basen etkisini ortaya koymaktadır (Işık, 2023).
Bu çalışmanın amaçlarından biri de depremin etkilerinin
alansal dağılışının yapılması yanında, en çok yıkım gerçekleşen alanları
jeomorfolojik yapılarla ilişkilendirerek basen etkisini, dolayısıyla tektonik
hatlar yanında jeomorfolojinin önemini ortaya koymaktır.
2. YÖNTEM
Bu çalışmada birbirini tamamlayıcı birkaç aşamadan
oluşan bir yöntem takip edildi:
1. Aşama: 11 ili kapsayan deprem bölgesinin tarihsel ve
aletsel dönem deprem verileri derlenip CBS ortamında haritalanarak bölgenin
depremselliği analiz edildi.
2. Aşama: 6 Şubat 2023 depremlerinin alansal dağılışı
ve etkilerinin haritalanabilmesi için il ve ilçe ölçeğinde doğru ve güvenilir bilgilere
ulaşıp veri tabanı oluşturulmaya çalışıldı.
Bu amaçla İTÜ, ODTÜ, MTA, USGS-University of Portland,
IFRC, AFAD ve Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı (SBB)'nın Şubat
2023 depremleri ile ilgili raporları incelendi. Çeşitli tarihlerde ilgili kurum
ve kuruluşların medya yoluyla paylaştıkları veriler karşılaştırıldı. Afet
boyutunun ve etkilerinin ulaştığı coğrafi alanının çok geniş olması, büyük
artçıların uzunca bir dönem devam etmesi ve bu dönem boyunca ilgili kurumların
veriye ulaşmasında, verilerin bir araya getirmesinde ve raporlanmasında da
karmaşa ve zorluk yaşadığı gözlendi. Farklı zaman dilimlerinde farklı
kurumların paylaştığı istatistiki bilgilerdeki tutarsızlık en büyük problem
olarak ortaya çıktı.
Depremin hangi coğrafi ünite ve ölçekte ne düzeyde
etkili olduğunu ortaya koymak ve haritalamak için gereken ilçe düzeyindeki veri
(henüz ağır hasarlı binaların yıkımına geçilmeden önce saptanan, ana şoklar ve
onları takip eden görece kısa bir süre içindeki artçı şoklarla yıkılan bina
sayıları) önem taşımaktadır. Bu nedenle 6 Şubat’ta yaşanan büyük depremlerden
10 gün sonra Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Yapı İşleri Genel
Müdürlüğü’nün 16 Şubat 2023 tarihli basınla paylaşılan raporu esas alındı. Bu
veriler 10 günlük süre içinde ilk günkü büyük depremler ve sonrasında meydana
gelen 10 günlük artçı sarsıntılar sonucu yıkılmış olan bina bilgilerini içermektedir.
İl düzeyindeki toplam veriler ise depremden sonra
yaklaşık bir ay sonra yayımlanmış olan Mart 2023 tarihli Cumhurbaşkanlığı SBB raporundan
alındı. Raporda ilçe düzeyinde verilere yer verilmemiştir. Ancak bu rapor,
deprem bölgesindeki her ilde yıkılmış, ağır hasarlı, acil yıkılması gereken ve
diğer hasarlı bina sayıları açısından en kapsamlı bilgileri içermektedir. Bu
verilerin veri tabanına işlenmesi ile elde edilen katmanlar diğer katmanlarla
ilişkilendirilerek tematik haritalar oluşturuldu.
Yıkılan bina sayısının belirlenmesinde uydu görüntülerinin
işlenmesine dayalı yöntemler denendi. Bu amaçla 6 Şubat öncesi ve sonrasına ait
belli lokasyonlardaki uydu görüntülerinden yıkımın miktarı ve oranı çıkarılmaya
çalışıldı.
CBS ortamına aktarılan 11 il kapsamında il ve ilçe bazındaki
deprem istatistikleri, bölgenin jeomorfolojisi, litolojisi, fay sistemleri ve
asıl yıkıma neden olan iki büyük depremin lokasyonu ile ilişkilendirilerek tematik
doğal kırılma dağılışı ve sıcak nokta analizleri yapıldı. Böylelikle yıkıma
neden olan litolojik-morfolojik faktörler ortaya çıkarılarak, yeni bir sismik
risk haritası anlayışı geliştirilmesi konusunda bir kapı aralandı. Çünkü depremin
odak noktasına yakın bazı alanlarda önemli bir etki görülmezken (Gaziantep
şehri gibi) uzaktaki alanlar olağanüstü etkilenmiştir (Adıyaman ve Diyarbakır
gibi).
3. Aşamada, depremle ilişkili 11 ili kapsayan alanların
genelleştirilmiş jeomorfoloji altlığı oluşturuldu. Her bir morfolojik ünitenin
bünyesinde yer alan yerleşmelerin 6 Şubat depremlerinden etkilenme derecesi göz
önünde bulundurularak, deprem öncesi ve sonrasına ait saha gözlemleri ve
literatür çalışmaları doğrultusunda aşağıdaki gibi bir rölyef sistematiği
önerildi:
Yüksek ve Dağlık Rölyef
-Güneydoğu Anadolu Bölgesi Karstik Platoları
-Karacadağ Volkanik kütlesi
-Güneydoğu Toroslar
-Amanos Dağları
Alçak Rölyef, Ovalar ve Havzalar:
-Güneydoğu Toroslar kuzeyinde (Yayardı bölge) oluşmuş Çek-Ayır
(Pull-Apart) ve Piggy-back tipi ova ve havzalar:
·
Malatya Havzası
·
Hazar Gölü Havzası
·
Elâzığ Çevresindeki Ovalar
·
Elbistan Havzası
-Graben ova ve havzaları:
- Antakya-Maraş
Grabeni (Amik-Türkoğlu-Sağlık-Narlı ve Kahramanmaraş ovaları)
- Fırat
Nehri’nin doğusundaki tektonik ovalar: Suruç ve Harran-Akçakale ovaları
- Birecik-Kargamış,
Haral, Elbeyli, Tilbeşar ve Kilis ovaları
-Senklinal ova ve havzalar:
·
Araban ve Yavuzeli ovaları
-Sag-pond (fay gölleri) çöküntüleri:
·
Gölbaşı-Azaplı-İnekli Depresyonu
-Amanos Dağları batısındaki kıyı ve delta ovaları:
·
İskenderun,
Dörtyol-Erzin ve Osmaniye ovaları
-Yüksek dağ içi ovaları:
·
Düziçi Ovası
·
Erkenek Polyesi
-Sübsidans karakterli Pliyosen tortulanma havzaları:
·
Diyarbakır Havzası
·
Adıyaman Havzası
3. BÖLGEDE
MEYDANA GELEN TARİHSEL DEPREMLER
Bölgede yakın geçmişte olduğu gibi tarihi ve tarih
öncesi dönemlerde de yıkıcı depremler meydana gelmiş ve yerleşmeleri etkilemiştir
(Tablo 1). Doğrudan deprem etkisiyle olduğu belirtilmemesine rağmen birçok
arkeolojik kazı raporunda yerleşme ünitesindeki yıkım ve tahribattan söz
edilmektedir. Ziyaret Tepe (Matney ve diğ. 2004), Gire Cano (Schachner, 2002),
Kavuşan Höyük (Özfırat, 2006) ve Salât Tepe’de (Esentürk ve diğ, 2007)
rastlanan yıkımlar bunlar arasında sayılabilir (Karadoğan ve Yıldırım, 2010).
Tablo 1. Aletsel döneme kadar Milattan sonra Güneydoğu Anadolu ve çevresinde meydana gelen büyük depremler
Kaynak: Soysal vd., 1983; Karabacak, 2007.
Bugünkü deprem bölgesi, antik devirlerde, eski
çağlarda, Bizans döneminde birçok depremle karşılaşmış, ayrıca coğrafi
bağlantısı dolayısıyla Filistin ve Kuzey-Suriye'deki deprem merkezlerinden de
etkilenmiştir. Örneğin 508 yılında meydana gelen depremde EI-Cezire ve
Suriye'den başka, Anadolu'nun özellikle doğu ve güneydoğusunda etkili olmuş ve
çok büyük can ve mal kaybını doğurmuştur. Bölgede bulunan Urfa, Harran, Samsat
ve diğer bazı şehirlerin önemli bir kısmı harap olmuş, pek çok kişi enkaz
altında kalarak yaşamını yitirmiştir. Bütün Maraş şehri adeta yok olmuştur
(Arık,1992).
526 yılında meydana gelen deprem Antakya’da yaşanan
depremlerin en önemlisidir. 526 depremi
29 Mayıs günü akşamı bir festival için şehirde toplanmış binlerce insan bu felakete
yakalanmıştır. Tarihsel belgelere
dayanan incelemeler can kaybının 250.000 ile 300.000 arasında olduğunu
bildirmektedir (Ergin vd., 1967; Karaki, 1987; Ambraseys and White, 1997;
Guidobani, et al., 2004). Depremde hem Seleucia Pieria (modern Samandağ), hem
de Dafne (Modern Harbiye) ile çevresindeki 30 km’lik çok geniş bir alan tümüyle
yıkılmıştır. Bu depremin artçı sarsıntıları bir buçuk yıl devam etmiştir.
Osmanlı döneminde Antakya'da meydana gelen çok sayıda
deprem arasında 1615, 1789, 1822 ve 1872 yıllarındaki depremler en önemli
olanlarıdır. 1789'da gerçekleşen depremde Elâzığ ve Tunceli çevresinde büyük
yıkımlar yaşanmış ve 51.000 kişi hayatını kaybetmiştir (Karadoğan ve Yıldırım
2010).
13 Ağustos 1822 depremi bölgede son 5 yüzyılda meydana gelmiş
olan en büyük depremdir. Karadeniz kıyılarında dahi hissedilen bu depremde
Gaziantep, Antakya, İslâhiye ve Halep arasındaki bölgede (özellikle Antakya,
Belen ve İskenderun’da) çok ağır hasar ve yıkım meydana gelmiştir (Ergin vd.,
1967). Ölü sayısı hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte, bu sayının 60.000’e
kadar çıktığı ileri sürülmektedir (Sbeinati, et al., 2005). Depremin artçı sarsıntıları 2 yıl devam
etmiştir. Ambraseys and White (1997)’e göre 1822 depremi (M=7,4) Amik Ovası’nın
kuzeyinde meydana gelmiştir (Şekil 3). Özellikle Amik Ovası ve İskenderun sahil
kesiminde büyük ölçüde sıvılaşmalar oluşmuştur. En büyük zarar Amik Ovası’nda
Afrin Nehri çevresindeki köylerde meydana gelmiştir. Afrin ve Asi nehirleri bazı kesimlerinde
yatağını terk etmiştir. Nehrin bazı yerlerinde sular çekilmiştir. Ambraseys
(1989), depremle birlikte yerin yarılıp açıldığından bahsetmiş fakat bu yüzey
kırıkları hakkında hiçbir lokasyon vermemiştir (Karabacak, 2007).
1900 yılından günümüze aletsel kayıt döneminde bölgede,
çoğunluğu DAFZ’a bağlı büyüklüğü M>6.0, I₀=VII olan önemli depremler
olmuştur (Tablo 2, Şekil 4). Aletsel dönemde Türkiye’de Kuzey Anadolu Fayı (KAF)
ile DAFZ kıyaslandığında KAF’ın daha etkin olduğu kabul edilir
(Ambraseys,1971). Tablo 2’de bölge ve yakın çevresinde aletsel dönemde 2020
yılına kadar meydana gelen bazı büyük depremler verilmiştir. Aktif fay
zonlarında paleosismolojik çalışmaların modellenmesi ve afet risk yönetiminde
mekânsal analizlerin öngörü yeteneklerimize önemli katkıları vardır. Bu
katkılardan en önemlisi deprem üretme potansiyeli yüksek olan yerlerin, sismik
boşlukların belirlenmesidir. Ancak bu riskli kuşakların belirlenmesi tek başına
deprem tehlikesinden korunmak için yeterli değildir. Depreme dirençli yerleşim
alanlarının tasarlanması, Türkiye gibi tektonik bakımdan aktif ülkelerde
ertelenmemesi gereken bir konudur. Nitekim son depremler bir kez daha bu
gerçekle yüzleşmemize neden olmuştur.
Ceyhan ve İskenderun gibi Amanos Dağları’nın batısında
meydana gelen depremler ve 6 Şubat 2023 depremleri bir tarafa bırakılacak
olursa Güneydoğu Anadolu ve Doğu Akdeniz bölgelerinde sismik etkinliğin daha
çok Gölbaşı’nın doğusunda olduğu görülür (Şekil 4). Gölbaşı segmentinin
batısında, özellikle ÖDFZ çevresindeki sismik boşluk, aletsel dönemde bölgede
meydana gelen M>3.0 depremlerin veritabanına işlenerek (6 Şubat 2023
depremleri hariç) oluşturulan hotspot analizi haritasından da açıkça
izlenebilmektedir (Şekil 5).
Tablo 2. Aletsel dönemde Güneydoğu Anadolu ve çevresinde meydana gelen depremler
Kaynak: B.Ü. Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Ulusal Deprem İzleme Merkezi verileri
4. BULGULAR
Geniş bir alanda etkili olan 6 Şubat ve sonrasındaki
depremlerin etki sahasını, morfolojik ilişkilerini görebilmek için il ve ilçe
bazında yıkılmış, acil yıkılması gereken ve ağır hasarlı bina verileri CBS
ortamında veritabanı oluşturularak haritalandı ve jeomorfolojik altlıklarla
ilişkilendirildi. Hasarlı veya yıkık bina verileri, farklı zamanlarda farklı
kurumlarda devam eden tespit, yıkım ve imar süreçleri nedeniyle değişiklik
göstermektedir. Bu nedenle söz konusu verilerin deneştirilmesi konusunda zorluk
yaşandı ve felaketin boyutlarından dolayı bugün bile kesin verilere ulaşmak ve
netleştirmek neredeyse imkansızdır. Ancak belli bir zaman kesitinde ilgili
kurumların verdiği geçici verilerden ve raporlardan haritalanabilecek ve
depremin etki ve sonuçlarının dağılışını verebilecek veriler bir araya
getirildi. İlçe verileri için en uygun veri topluluğu olarak Çevre, Şehircilik
ve İklim Değişikliği Bakanlığı Yapı İşleri Genel Müdürlüğü’nün, 16 Şubat 2023
tarihli raporu esas alındı. Bu veriler 10 günlük süre içinde, ilk günkü büyük
depremler ve sonrasında meydana gelen 10 günlük artçı sarsıntılar sonucu
yıkılmış olan bina bilgilerinden oluşmaktadır. Dolayısıyla daha sonra yıkılmış
ve hasarlı olup yıkılmasına karar verilen bina bilgilerini kapsamamaktadır. İl
toplam verileri ise Cumhurbaşkanlığı SBB raporundan alındı. Bu veriler, aradan
geçen yaklaşık bir aylık zaman içinde yapılan çalışmalar sonucu depreme bağlı
yıkılmış binalar ile sonradan yıkılmasına karar verilerek yıkılan, ayrıca
yıkılması gereken ağır hasarlı bina sayılarını içerir. Bu veriler Tablo 3’te
verilmiş olup ayrıca çeşitli katmanlardan oluşan CBS katman setlerine il ve
ilçe sayısal verileri olarak işlenerek analiz edilmek üzere tematik haritaların
üretiminde kullanılmıştır (Şekil 6,7,8).
Tablo 3: 11 ili etkileyen 6 Şubat depremleri sonucu yıkılan bina sayısı (ilçeler göre) ile acil yıkılacak, ağır hasarlı ve yıkılması gereken bina sayısı (İllere göre).
Kaynak:1- Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Yapı İşleri Genel Müdürlüğü, 16 Şubat 2023 tarihli raporuna göre (TV5). 2-Cumhurbaşkanlığı SBB raporuna göre.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı, Strateji ve Bütçe
Başkanlığı, 2023 Kahramanmaraş ve Hatay Depremleri Raporu’nda depremden
etkilenen ve Afet Bölgesi ilan edilen illerde il bazında yıkık, acil yıkılması
gereken ve ağır hasarlı bina sayıları verilmiştir. Bu verilerden hareketle, il
bazında yıkık, acil yıkılması gereken ve ağır hasarlı bina sayılarıyla
oluşturulan doğal kırılma yöntemli sınıf aralıklı harita üretildi (Şekil 6). Her
bir ilin kapladığı alan farklı jeomorfolojik üniteler üzerinde bulunduğu, bu
nedenle hasar-jeomorfolojik ilişki bağlamında bu haritanın fikir vermeyeceği
düşünülebilir. Fakat deprem sonrası uzun çalışmalar sonucunda oluşturulan
özellikle acil yıkılması gereken ve ağır hasarlı bina sayısı oldukça fazla olup,
dağılışı büyük önem arz etmektedir.
Harita incelendiğinde en yüksek değere sahip ilin Hatay
olduğu görülür. Hatay’ı Kahramanmaraş, Malatya ve Adıyaman izlemektedir. En
düşük değerlere sahip iller ise Adana Kilis ve Şanlıurfa’dır (Şekil 6).
Daha dar alanlı olması nedeniyle jeomorfoloji-deprem
etkileri ilişkisini ilçe bazındaki dağılış haritası daha iyi vermektedir. Ne
var ki, afet bölgesindeki tüm ilçelerin yıkık, acil yıkılması gereken ve ağır
hasarlı binalarına ait sağlıklı veriler mevcut değildir. Bu nedenle ilçe
bazında afetin etki alanı dağılış haritasını oluşturabilmek için Çevre,
Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Yapı İşleri Genel Müdürlüğü’nün, 16
Şubat 2023 tarihli raporundaki veriler esas alındı. Bu veriler 6 Şubat ve
sonrasındaki 10 gün içinde deprem sarsıntılarıyla yıkılmış binaları da kapsamaktadır.
İlçe bazında 6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen depremlerden 10 gün sonra
yıkık bina verileriyle elde edilen doğal kırılma yöntemli sınıf aralıklı haritaya
bakıldığında, Samandağ’dan Pazarcık ve Kahramanmaraş depresyonuna uzanan Antakya-Maraş
Grabeni içindeki ovalarda yer alan ilçelerin, ayrıca Ekinözü’nde meydan gelen
ve aynı gün gerçekleşen ikinci büyük depremin lokasyonu nedeniyle, merkezinde
Malatya Doğanşehir ilçesinin olduğu kuzeydeki ova ve depresyonlarda bulunan
ilçelerin en fazla yıkıma uğrayan alanlar olduğu görülür (Antakya, İslâhiye,
Nurdağı, Kahramanmaraş merkez, Pazarcık, Elbistan, Doğanşehir, Malatya merkez,
Adıyaman merkez ve Gölbaşı). Deprem odak noktalarına yakın olsalar bile, bazıları
ova ve havza tabanlarında yer aldıkları halde Amanos Dağları’nın batısındaki ve
Gaziantep-Şanlıurfa paltolarındaki yerleşmelerde yıkımın çok az veya olmadığı
görülmektedir. Bunlara örnek olarak; Adana merkez, Ceyhan, Afşin, Kilis,
Gaziantep merkez, Araban, Yavuzeli, Çelikhan, Birecik ve Suruç verilebilir
(Şekil 7).
Aynı verilerle oluşturulan sıcak noktalar (hotspot)
haritasına bakıldığına en sıcak kritik alanların güneyde Amik Ovası’ndan
başlamak üzere Kahramanmaraş’a kadar olan güney-kuzey doğrultusunda uzanan Antakya-Maraş
grabeni ve Elbistan’dan başlamak üzere Güneydoğu Toroslar gerisindeki
(kuzeyindeki) tektonik havzalar ile yine Güneydoğu Toroslar güneyindeki tortulanma
havzaları olduğu dikkati çeker. Buna, üzerine Karacadağ volkanik platosunun
oturduğu Diyarbakır kentini de ekleyebiliriz (Şekil 8). Soğuk, yani yıkımın
düşük olduğu alanlar ise adeta bir bariyerle sıcak, yani yıkımın yüksek olduğu
alanlardan ayrılan Amanoslar batısı, Karacadağ’ı merkeze alan kuzey-güney yönlü
bir hat ve bölgenin güneyindeki Gaziantep-Şanlıurfa kalker platosudur.
Depremden etkilenen bölgelerdeki binaların inşa yılı,
mimari özellikler, kat sayısı ve ana taşıyıcı yapı sistemi gibi değişkenlerin
farklı olması şüphesiz yıkılan bina sayısını etkilemiştir. Fakat binaların
taşıyıcı sistemlerinin yaklaşık %90’ının betonarme olması, yarısından çoğunun
zemin etüdü raporuna sahip olması ve yaklaşık %80’inin 42 yıllık veya daha yeni
olması (Cumhurbaşkanlığı SBB Raporu, 2023; TMMOB Mimarlar Odası Raporu, 2023)
yapı standartlarının yanında yıkıcı etkileri denetleyen başka fiziki çevre
koşullarının da olduğunu düşündürmektedir. Özellikle ova ve havzalarda
depremden sağlam veya az hasarla kurtulan yapı stoğunun yeni yapılaşma
sürecinde yol gösterici tecrübeler olarak değerlendirilmesi gerekir.
Şekil 9’da ilçe verileri, çevrelerinin merkezi
konumundaki yoğun nüfuslanma alanları olan ilçe merkezlerine yüklendi ve genel
hatlarıyla belirlenen bölgenin morfolojik birimleri katmanıyla çakıştırıldı. Elde
edilen tematik haritada 6 Şubat depremleri ve sonrasındaki 10 gün içinde
meydana gelen artçılarla ilçe bazında yıkılmış bina sayısı büyüklüklerinin ana
jeomorfolojik birimler üzerindeki konumlarına bakıldığında önceki haritada
bahsedilen sıcak alanların, yani yıkımım fazla olduğu noktaların ova ve havza üniteleri
üzerinde olduğu görülür (Şekil 9). Bu durum deprem ve jeomorfoloji ilişkisinin
göz ardı edilemeyeceğini, hatta ova ve havzaların da köken, oluşum ve litolojik
karakterlerinin detaylıca araştırılması ve bilinmesi gerektiğini
göstermektedir. Nitekim aktif fay zonlarına ve deprem odağına görece yakın olup
daha az etkilenen yerleşmelerin bulunduğu havzaların yanında daha çok yıkıma
uğrayan yerleşmelerin bulunduğu daha uzak havzaların bulunması dikkat
çekicidir. Ayrıca saha gözlemlerimizde (Araban ve Yavuzeli’nde) deprem odağına
önemli bir mesafe farkı olmayan farklı havzalardaki yerleşmelerin de aynı
ölçüde hasar almadığı görülmüştür.
Depremlerin yıkıcı etkilerinin ve sonuçlarının fiziki
olarak tespit edilmesinin yöntemlerinden biri de Uzaktan Algılama
yöntemleridir.
Kahramanmaraş ve çevresinde meydana gelen depremlerin
neden olduğu hasar belirli bir alan içinde NASA uydu verileri ile Singapur
Dünya Gözlemevi-Uzaktan Algılama Laboratuvarı tarafından yapılmaya
çalışılmıştır (NASA). Söz konusu çalışma, 8 Şubat 2023 tarihinde Japonya
Havacılık ve Uzay Araştırma Ajansı (JAXA) Gelişmiş Kara Gözlem Uydusu-2
(ALOS-2)'deki PALSAR-2 radar cihazı tarafından toplanan verilerin, NASA’nın Jet
Propulsion Laboratuvarı ve Caltech (Kaliforniya Teknik Üniversitesi)’in iş
birliği ile proses edilmesiyle Singapur Dünya Gözlemevi-Uzaktan Algılama
Laboratuvarı tarafından oluşturulmuştur. Uydu, dünya yüzeyine mikrodalga
darbeleri gönderen ve binalar da dâhil olmak üzere genel durumu haritalamak
için bu dalgaların yansımalarını dinleyen sentetik açıklık radarı (SAR)
taşımaktadır. Singapur Dünya Gözlemevi-Uzaktan Algılama Laboratuvarı, 8 Şubat
verilerini depremden önce (7 Nisan 2021 ve 6 Nisan 2022'de) aynı uydu
tarafından yapılan gözlemlerle karşılaştırarak değişiklikleri takip etmiş ve
hasar görmüş olması muhtemel alanları belirlemiştir (Pamukçu vd., 2023). Bu
çalışma ile sadece Antakya-Maraş grabeni içinde, Kahramanmaraş, Türkoğlu ve
Nurdağı çevresine ait alanlar işlenmiştir. Ancak herhangi bir sayısal analiz
yapılmamıştır.
Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası (HKMO)’nın
hazırladığı “Afet Çalışma Ön Raporu’nda Kahramanmaraşlı merkezli depremlerle ilgili
uydu verilerinden hareketle yıkılan bina miktarı tespit edilmeye çalışılmıştır.
Rapora göre sadece 10 şehir merkezinde tamamen yıkılan bina sayısı 5 binden
fazladır. Aynı tarihlerde resmi rakamlara göre yıkılan tüm binaların sayısı 6.444’tür.
Söz konusu raporda uydu görüntüleri ve güncel hava
fotoğrafları üzerinden yapılan hızlı analizlere göre, tamamen yıkıldığı tespit
edilen bina sayısı şöyledir:
·
Nurdağı ve İslâhiye, Gaziantep: 1000
·
İlçe merkezleri dahil Hatay: 1750
·
Kahramanmaraş şehir merkezi: 1000
·
Adıyaman şehir merkezi: 650
·
Malatya şehir merkezi: 461
·
Osmaniye şehir merkezi: 100
Raporda sayılarla ilgili şu not düşülmüştür: “Bu
sayılar farklı verilerle ve ileri analizlerle henüz doğrulanmamış olup bu
konuda üyelerimizin ve komisyonlarımızın da içerisinde yer aldığı birçok
gönüllü çalışmalar yürütülmektedir ve önümüzdeki günlerde diğer yerleşim
yerleri ile birlikte nihai sayılar ortaya konacaktır.”
5.
LİTOLOJİK-JEOMORFOLOJİK BAĞLAMDA TESPİTLER VE DEPREM HASARI İLİŞKİLERİ
Depremin farklı etkilerini havzaların karakteri ve
çevrelerindeki rölyef ile olan ilişkilerinde aramak gerekir. Nitekim Türkoğlu’ndaki
bir deprem 300 km ötedeki Diyarbakır havzasını büyük ölçüde etkilerken, plato
ve dağlık sahalardaki yerleşmeleri bir yana, daha yakındaki Çukurova’yı ve
Harran-Birecik-Suruç ovalarını aynı derecede etkilememiştir.
Aynı sistem içinde olduğu düşünülen Amanoslar ve
Güneydoğu Toroslar, Antakya -Maraş Grabeni kuzeyinden itibaren farklı
karakterlere bürünür. Amanoslar otokton bir orojenik kütledir. Halbuki
Kahramanmaraş’tan itibaren Güneydoğu Toroslar Allokton karakterdedir ve
şaryajlı yapıda olup havzaları örten, havzalar üzerinde taşınan (Piggy-back)
yapılardır. Aynı durumu, bölgede Epirojenik etki gösteren Karacadağ kütlesini
üzerinde taşıyan Adıyaman ve Diyarbakır havzaları için de söylemek mümkündür.
Ancak bölgenin güneyinde yer alan, öncesinde epirojenezle kırılan, sonrasında
ise bölgede kendini gösteren doğu-batı genişlemeli tektonik aktivite ile
şekillenen Harran, Suruç ve Birecik ovaları, üzerinde alüvyal örtü olsa bile
otokton karakterli Arap Platformu birimleri üzerinde şekillenmiştir (Şekil 10).
Aşağıda, depremden etkilenen ve 11 ili kapsayan
bölgenin ana jeomorfolojik unsurları belirlenmiş, sahada en fazla yıkıcı etkinin
yaşandığı havzaların jeomorfolojik sınıflandırması, analizi, birbirleriyle ve
çevrelerindeki rölyef ile ilişkilerine değinilmiştir. Şekil 10’da gösterilen kesitler
deprem bölgesindeki rölyef sistematiğinin anlaşılmasını kolaylaştırmak ve tektonik,
morfolojik ve litolojik etmenlerin bir arada yorumlanmasına yardımcı olmak için
çizildi.
5.1. Yüksek ve
dağlık rölyef
5.1.1. Güneydoğu Anadolu bölgesi karstik
platoları
Güneydoğu Anadolu Bölgesinin güney kesimini otokton
karakterli üzeri yer yer volkanik malzemelerle örtülmüş, epirojenezle yükselmiş
ve bu nedenle derin vadilerle yarılmış ve yine epirojenez etkisiyle güney kesimleri
yükselerek kırılmış karstik platolar kaplar. Karacadağ volkanik kütlesinin
doğusunda, Diyarbakır Havzası’nın güney kesimlerini sınırlandıran karstik
platolar Mardin-Midyat Platosu, batısındakiler ise Şanlıurfa-Gaziantep Platosu
olarak adlandırılır. Ancak her iki platonun kuzeydeki sübsidans havza kökenli
epirojenik hareketlere karşı gösterdikleri yükselme ve bunun sonucundaki
kırılma şekilleri faklıdır. Mardin-Midyat Platosu yükselmeye karşı doğu-batı doğrultulu
faylarla kırılırken, Gaziantep-Şanlıurfa Platosu
kuzey-güney doğrultulu faylarla kırılmıştır. Bu olay sonucu yakın jeolojik dönem
tektonik hareketlerin gerilme karakterli olması nedeniyle de graben ova ve
havzalar oluşmuştur (Harran, Suruç ve Birecik-Kargamış ovaları).
Gaziantep-Şanlıurfa Platosu’nun Fırat Nehri batısında
kalan kısımları (Gaziantep Platosu) batıda Antakya-Maraş depresyonuyla
sınırlanmıştır. Kızıldağ ve Karadağ arasında uzanan Araban Ovası, Fırat Vadisi
ile Antakya-Maraş Grabenini hemen hemen birleştirir, grabenin Fırat Vadisine en
çok yaklaştığı yer bu alandır (Kalelioğlu, 1971). Platonun kuzeyinde yer alan
Karadağ, Araban ile Yavuzeli ovaları arasında adeta bir duvar gibi batı-doğu
yönünde uzanır. Çekirdeği Miosen kalkerlerinden meydana gelen bu antiklinalin
yamaçları ve özellikle güneyindeki senklinalin tabanı Pliosen veya Kuaterner
yaşta bazaltlar tarafından örtülmüştür. Gaziantep Platosu, kuzeyden güneye,
kuzeybatıdan güneydoğuya ve batıdan doğuya yüksekliği azalır. Kuzeydeki plato
yüzeyleri genellikle Lütesien kalkerleri, Oligo-Miosen kalkeri ve marnlı
kalkerler ile bazaltlardan oluşmaktadır. Gaziantep Platosu’nun bu yüksek kuzey
kısımları Karasu, Merziman, Nizip Çayı ve kollarının açtıkları derin vadiler
tarafından parçalanmıştır. Kilis kentinin kuzeydoğusunda ise Pliyosen veya
Kuvaterner bazaltları topoğrafyayı örter (Kalelioğlu, 1071).
Gaziantep-Şanlıurfa Platosu’nun Birecik-Kargamış
ovaları ve Fırat Vadisi doğusunda kalan kısmını ise yine kalker arazilerden
oluşan Birecik-Halfeti Platosu, Urfa-Bozova Platosu, Fatik Platosu, Tektek
Platosu; bazaltik arazilerden oluşan Siverek-Viranşehir Platosu oluşturur.
Platoların güneyinde Ceylanpınar-Harran-Suruç ovaları yer alır. Harran ve Suruç
ovalarının oluşumunda tektonik olayların önemli bir etkisi vardır.
Plato, bölgede 6 Şubat depremlerinden en az etkilenen
alanlardandır. Bu durumun gerekçesini kalın kalker arazilerde ve bunları örten
bazalt örtüsünün litolojik karakterinde, söz konusu birimlerin otokton özelliklerinde
aramak gerekir. Plato sınırları içinde depremlerde il ve ilçe merkezleri
bazında ilk yıkılan bina sayıları; Suriye sınırındaki Kilis’te 130, Fatik
Platosu ile Harran Ovası sınırındaki Şanlıurfa’da (Haliliye) 44, Gaziantep
Platosu ile Adıyaman havzası sınırındaki Besni’de 125’tir. Görüldüğü gibi
doğrudan platonun yüzeyindeki yerleşmelerde ilk sarsıntılarda gerçekleşen bir
yıkım yoktur.
5.1.2. Karacadağ volkanik kütlesi
Karacadağ volkanik kütlesi Güneydoğu Anadolu
Bölgesi’nin merkezi kısmında önemli bir rölyef oluşturur. Karacadağ
volkanizması Üst Miyosen’de başlayarak yakın dönemlere kadar en az üç fazda
etkin olmuş ve çok geniş bir alana yayılmıştır. İlk evre ile yüzeye çıkan akıcı
bazaltik lavlar ilksel topoğrafyayı örtmüştür. İkinci evre ile Karacadağ’ın
esas kütlesi oluşmuş ve ilk evreye ilişkin bazalt plato üzerinde bazaltik lav
akıntıları yer almıştır. Üçüncü evre bazik lavları ise, daha az yer kaplamakta
olup, dağınık, birbirleriyle ilişkisi olmayan püskürmeler meydana gelmiştir
(Haksal, A., 1981). Bölgede yapılan çalışmalar volkanizmanın KB'den GD'ye doğru
gençleştiğini göstermektedir (Karadoğan, 2022).
Bazaltik lavlardan oluşmuş bir kütle olan Karacadağ,
esas itibariyle büyük bir lav kalkanından ibarettir. Yalçınlar (1961)’a göre,
genişliği
Diyarbakır kenti, Siverek ve Viranşehir (Şanlıurfa) ilçe
merkezleri, Karacadağ lavlarının oluşturduğu volkanik plato üzerinde kurulmuş
yerleşmelerdir. Karadoğan (2019), Karacadağ bazalt platosunun zemin özellikleri
nedeniyle üzerinde kurulu olan yerleşmelere, özellikle Diyarbakır kentine,
depremsellik açısından bir avantaj sunduğunu belirtmiştir. İmamoğlu (2019)’nun
Diyarbakır il merkezinde yaptığı mikrotremor çalışmalarında genç alüvyonlar ve
konsolide olmuş birimler 0.7-0.8 frekans değerinde deprem dalgası büyütme
etkisi gösterirken, şehrin batı yakasındaki bazalt zeminlerde ise, belirgin bir
büyütme değeri görülmemiştir.
Karacadağ dışında, bölgede özellikle Şanlıurfa ve
Gaziantep paltolarında da geniş volkanik örtüler mevcuttur ancak bunlar
morfolojik ünite olarak bünyesinde yer aldıkları paltoların bir parçası
sayılırlar. Bu nedenle Karacadağ volkanik kütlesi tek başına bir morfolojik
ünite olarak ele alınmıştır.
5.1.3. Güneydoğu Toroslar
Güneydoğu Anadolu platolarının kuzeyini çevreleyecek
biçimde bir yay çizen Güneydoğu Toroslar, batıda Kahramanmaraş'ın kuzeyindeki
Ahır ve Engizek dağları ile başlar ve doğuya doğru Malatya, Karaoğlan, Mastar,
Maden, Akdağ ve Muş Güneyi Dağları’yla devam ederek Van Gölü güneyine doğru
ortalama 50 kilometre genişliğinde bir kuşak şeklinde uzanır. Yükseklikleri yer
yer 3000 m’yi aşan Güneydoğu Toroslar, az geçit veren sıra dağlardır.
Bu dağlık kütlenin en belirgin özelliklerinden birisi, Reşadiye
Geçidi, Dicle Vadisi, Bitlis Vadisi gibi gibi ancak belirli yerlerinde geçitlerin
olmasıdır. Bu geçitlerden birisi Doğanşehir-Gölbaşı arasındaki Boruk dağı
üzerinde 1510 m yüksekliğinde yer alan Reşadiye Geçiti’dir. Güneydoğu Toroslar
üzerinde yer alan önemli bir diğer geçit ise, Dicle Boğazı’dır. Güneydoğu
Toroslar’ın iki uçta 2500 metreyi aşan yükseltisi Hazar Gölü-Maden hattına
doğru tedricen azalarak 2000 metreye düşer. Bu alçalma sahasının en çukur
kısmına yerleşmiş olan Dicle Vadisi ve daha doğudaki Bitlis Çayı koridoru, tarihin
en eski çağlarından beri işlek yollardır (Yiğit, 2002).
Yılmaz vd. (1984), Güneydoğu Anadolu Orojenik Kuşağı’nı
yaklaşık doğu-batı gidişli, güneyde Arap Platformu ve kuzeyde Orojenik Kuşak
olmak üzere iki zona, orojenik kuşağı da kendi içinde istifsel ve yapısal
nitelikleri farklı ekay zonu ve nap alanı olarak iki ana bölüme ayırmışlardır. Ekay
zonunun, Güneydoğu Anadolu Orojenik Kuşağı’nda naplarla Arap platformu arasında
sıkıştırılmış ve dilimlenmiş birimlerden oluştuğunu belirtmişlerdir. Arap
platformunun başlıca Üst Kretase ve Miyosen nap yerleşmelerine bağlı gelişmiş
iki ana deformasyondan etkilendiği belirtilen bu çalışmaya göre, Alt Miyosen
döneminde naplar ve bunun güney cephesini oluşturan ekay zonu bir bütün halinde
güneye doğru ilerleyerek Arap platformu üzerine bindirmiştir.
Bingöl vd. (2022)’ne göre Güneydoğu Anadolu Orojenik
Kuşağı’nın en önemli tektonik birlikleri, metamorfik masifler, ofiyolitler ve
bunlarla ilişkili yay magmatitleri, Kratese-Erken Miyosen sedimanter birimleri
ve Maden Karmaşığı’dır. Ofiyolitler Geç Kretase’de (92-82 My) kuzeye doğru
dalımlı bir ortamda supra subduction zonda oluşmuşlardır. Ofiyolitlerin Arap
Levhası üzerine bindirmesi ile dalan okyanus kapanmış, ancak yitim devam
etmiştir. Maastrihtiyen’de Bitlis-Pütürge masiflerinin güneyinde ofiyolitler
üzerinde denizel transgresyon oluşmuş ve bu denizel ortam erken Miyosen’e kadar
devam etmiştir. Bitlis-Pütürge masiflerinin kuzeyinde ise üstteki okyanusun
kalıntısı havzalarda sedimantasyon devam etmiştir. Orta Eosen’de üst mantonun
ve dalan kıtasal levhanın ergimesi ile oluşan magma, Bitlis-Pütürge masifleri
ve ofiyolitler üzerinde gelişen Maden yayını oluşturmuştur (Bingöl vd., 2022).
Türkiye’nin ve bölgenin en önemli tektonik yapılarından
olan Doğu Anadolu Fay Zonu, Palu ilçesi civarından itibaren Gölbaşı segmentine
kadar hemen hemen Güneydoğu Toroslar Orojenik Kuşağı’nın içinden geçer. Bu
nedenle bu dağ kuşağında yer alan Bingöl, Elâzığ, Malatya, Diyarbakır ve
Adıyaman illerine bağlı yerleşmeler, riskli deprem kuşağında yer alırlar (Palu,
Sivrice, Doğanyol, Pütürge, Sincik, Çelikhan, Erkenek, Gölbaşı gibi). 6 Şubat
depremlerinde de özellikle Malatya güneyindeki ve Adıyaman kuzeyindeki
yerleşmeler etkilenmiştir. Besni’de yıkılan bina sayısı 614, Doğanşehir’de 897,
Gölbaşı’nda ise 614’tür.
5.1.4. Amanoslar
Amanoslar, doğudan Antakya-Kahramanmaraş Grabeni,
batıdan da Akdeniz ile sınırlanmış olup, kıyıdan itibaren bir duvar şeklinde
yükselir. Amanos dağları kuzeydoğu-güneybatı yönünde uzanış göstermekte olup,
güneye doğru gidildikçe alçalan bir topografik görünüm arz ederek Samandağ’ın
batısında dik bir yamaçla denize ulaşarak son bulur. Doğu ve batı kesiminde yer alan faylarla sınırlanan
bu dağlık kütle aynı zamanda Toros kuşağına dik uzanan yapısıyla da dikkat
çekmektedir. Amanoslar’ın horst özelliği gösterdiği birçok yazarlar tarafından
ifade edilmiştir (Demirkol, 1988; Korkmaz, 2001; Aytaç, 2010; Ege, 2011).
Amanos Dağları, yaklaşık 25 km genişliğinde, 200 km
uzunluğunda, SSW-NNE yönünde uzanış gösterir. Doğuda Antakya-Kahramanmaraş
Grabeni (Ölü Deniz Fayı), batıda ise Haruniye-Dörtyol-İskenderun Grabeni gibi
iki önemli çöküntü alanı arasında kalır. Kuzeyi ise Kahramanmaraş batısından
başlayıp Ceyhan Nehri batısına kadar doğu-batı yönünde uzanış gösteren Miyosen
çökelleri ile sınırlanır.
Amanos Dağları’nın doğu ve batıdan faylarla sınırlanmış
olması, horst veya antiklinoryum olduğu konusunda değişik görüşlerin ileri
sürülmesine neden olmuştur (Korkmaz, 2000). Ketin (1966) ‘e göre Amanoslar,
Toroslar’ın dış kuşağında yer almaktadır.
Amanos kuşağı,
Türkiye tektoniği içinde farklı özellikler sunar. Toros ve Güneydoğu Anadolu
dağlarının doğu-batı doğrultulu olmasına karşılık Amanoslar’da güneybatı-
kuzeydoğu uzanış belirgindir. Bu farklı doğrultuların kesişme bölgesi
Kahramanmaraş’ın batısına rastlar. Ancak burada Amanos kuşağı ile Toros kuşağı
arasındaki ilişki Tersiyer sedimentleriyle örtüldüğünden ana tektonik ögeleri
tanımak güçleşir. Amanoslar’da iki yapısal olay yerel morfolojiyi
şekillendirmiştir. Bunlardan biri Üst Kretase ofiyolit bindirmesi, diğeri ise
Neojen’den başlayıp halen devam eden faylanmalardır (Korkmaz, 2000).
Amanos Dağları’nın doğu ve batısındaki yerleşmelerin 6
Şubat depremlerinden etkilenme derecelerine bakıldığında bu dağların bir
bariyer vazifesi gördüğü anlaşılır. Depremlerin odak noktasına yakın, Düziçi
(33 bina) Bahçe (28 bina), ve Osmaniye’de (148 bina) Antakya-Maraş grabeni
içindeki yerleşmeler kadar olmasa da yıkım söz konusudur ancak, yakınlığı ve
zemin riskleri dikkate alındığında Çukurova ve çevresinde fazla bir etki söz konusu
değildir.
5.2. Alçak
Rölyef, Ovalar ve Havzalar:
Depremlerin etkili olduğu ve genellikle alüvyonlarla
örtülü olan bu alçak alanlar sadece bilinen (yüzeyinde akarsuların aktığı
yarılmamış topoğrafyalar) ova şekillerinden ibaret olmadıklarından bunlar için havza
kavramı kullanılmıştır. Ancak burada ileri sürülen hidrografik havza değil
jeolojik ve jeomorfolojik havzalardır. Çünkü Malatya, Adıyaman ve Diyarbakır
düzlükleri aslında dış drenaja bağlandıktan sonra güçlü akarsular tarafından yarılan
ve alçak platolara dönüşen düzlüklerdir.
Türkiye’deki ova ve havzaların oluşumu ve kökeni çok
farklı olup bunların oluşumu ile ilgili birçok araştırma yapılmış çeşitli görüş
ve modeller ileri sürülmüştür (Ardos, 1984; Şaroğlu ve Yılmaz, 1986; Bozkurt, 2001).
Ancak hemen tüm sınıflamalarda tektonik faktörler bir şekilde etkili olmuştur. Doğu
ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki ova ve havzalarının oluşum kökenleri ve
mekanizmaları karmaşıktır. Özellikle Doğu ve Kuzey Anadolu fay hatlarına yakın
ova ve havzaların oluşumları farklı tektonik davranışlarla ilişkilendirilmiş ve
bu konuda birçok model ileri sürülmüştür.
Ova ve havzaların oluşum kökenleri yanında onlara asıl
karakterlerini kazandıran, Pliyo-Kuvaterner boyunca maruz kaldıkları
sedimantasyon özellikleridir. Son depremlerde yerleşim yerlerinin farklı
derecelerde etkilenmelerini havzaların sedimantasyon özelliklerinde aramak ve
bu doğrultuda ayrım ve sınıflandırmalara gitmek gerekir.
5.2.1. Güneydoğu Toroslar kuzeyinde (Yay ardı
bölge) oluşmuş Çek-Ayır (Pull-
Apart) ve Piggy-Back tipi ova ve havzalar
5.2.1.1. Malatya Havzası
Malatya Havzası Doğu Anadolu Bölgesi’nin Yukarı Fırat
Bölümü’nde yer alır. Akarsularla yarılmış alçak plato özelliğindeki Malatya
Havzası, kuzeyde volkanik yapılı Yama Dağı’nın uzantılarını oluşturan alçak
plato sahası, batıda Nurhak Dağları’nın uzantılarını oluşturan Hekimhan’a kadar
uzanan plato sahaları, güneyde kuzeydoğu-güneybatı yönlü Malatya Dağları ile
çevrelenmiştir (Karadoğan, 2010).
Malatya kentinin de içerisinde yer aldığı havza, 750-1000
m ortalama yükseltiye sahip tektonik bir çukurluktur. Ova, kabaca üçgeni
andırır ve doğu-batı uzanımlıdır. Kuzey-güney doğrultuda genişliği ortalama 30-
Ovanın batısındaki ve kuzeyindeki genelde yüksek plato
alanları olarak değerlendirilebilecek sahalar, yer yer yapısal fakat daha çok
aşınım yüzeyi karakterindeki düzlüklerdir (Karadoğan, 2010).
Malatya Havzası, Kuruçay, Tohma Suyu ve kolları;
Sultansuyu, Beyler Deresi ve Banaz Deresi’nin derin vadileriyle kazılmış, daha
yüksek bir takım plato ve dağlarla çevrilmiş alçak bir platolar topluluğudur
(Tanoğlu, 1943). Havzanın genel eğimi güneyden kuzeye, kuzey kesimde batıdan
doğuya doğrudur.
Malatya Havzası gravite tektoniği ile oluşmuştur. Havza,
muhtemelen erken Miyosende şekillenmiş ve Orta Miyosen sonunda kapanmıştır. Arap
bloğunun kuzeye itilmesi ve Anadolu bloğunun batıya itilmesi sonucu ortaya
çıkan doğu-batı doğrultulu sıkıştırma, kuzey-güney doğrultulu genişleme
kuvvetleri sonucunda KD-GB yönlü faylanma hattına uygun Malatya çöküntüsü
oluşmuştur. Güneydeki blok yükselerek şiddetli derecede tektonizma geçirmiş,
tektonik birimler ilk konumlarını, orijinal ilişkilerini koruyamamış,
sürüklenme, bindirme, ekaylanmalar ve metamorfizma olayları gerçekleşmiştir
(Gözübol vd., 1992).
Dislokasyon çöküntüsü olan Malatya Havzası, Oligosenden
itibaren gelişen tektonik olaylar neticesinde dikey yönlü faylarla kırılmış,
kenarları sıkıştırılmıştır. Ovayı enine kesen hâkim fay hattı KKD yönlüdür ve
Fırat’ı katederek güneyde Malatya’ya kadar uzanarak ovaya, KKD yönünden
genişlemiş graben karakteri kazandırmıştır (Karadoğan, 2010).
Malatya Havzası’nı tektonik kökenli bir depresyon
olarak ifade eden Atalay (1982), havzanın tersiyer başlarında Eosen denizi
tarafından işgal edildiğini, bugün için bu denizel ortam arazilerinin
Beydağları’nın etekleri (havzanın güneyi) boyunca yaygın olduğunu ifade
etmektedir. Muhtemelen Pliyosen’de Malatya Havzası’nın yer aldığı alanın
çöktüğünü belirten Atalay’a göre, havzanın çökmesi ile yüksek sahalarda akarsu
aşındırması şiddetli olarak canlanmış ve taşınan malzeme havzaya birikmiştir. Olasılıkla
Pleyistosen sonlarına doğru Malatya Havzası, güneydoğudan sokulan Fırat Nehri
tarafından kapılmış ve böylece havza dış drenaja açılmıştır. Fırat Nehri’nin taban
seviyesindeki alçalmaya bağlı olarak yüksek sahalardan kavuşan akarsular
tarafından Pliyo-Kuvarterner çökelleri 100 metreden fazla yarılmış ve böylece
plato görünümlü bir yüzey oluşmuştur (Karadoğan, 1999;15).
Elibüyük (1978)’e göre ise; Malatya Havzası,
kenarlarındaki tektonik hareketlerle çökmüştür. Havzadaki düzlükler son
zamanlara kadar doğuda Fırat nehri vadisi ile sınırlandırıldığı halde şimdi
Karakaya baraj gölü tarafından sınırlandırılmaktadır. Gölün batısında kalan bu
geniş düzlükler ortada Tohma Suyu, güneyde onun kollarından Beyler Deresi ile
kuzeyde Kuruçay tarafından 50-150 metre yarılarak bölümlere ayrılmıştır.
Tüm araştırıcıların dikkat çektiği çevredeki faylara dayanarak
Malatya Havzası için bir pull-apart (çek-ayır) havza modeli uygundur ancak
allokton birimlerden oluşan geniş bir nap alanı gerisinde oluştuğu için piggy-back
havza modeline de uygundur.
Havzanın güney kenarında kurulmuş olan Malatya kenti ve
yakın çevresindeki banliyöler 6 Şubat ve sonrasındaki depremlerden en fazla
etkilenen yerlerdendir (ilk 10 gün içinde Yeşilyurt’ta 649, Battalgazi’de 384,
Doğanşehir’de 897 ve Akçadağ’da 355 olmak üzere toplam 2285 bina yıkılmıştır).
Artçı şoklar çok uzun süre devam etmiştir ve gittikçe yıkılan bina sayısı
sürekli artmıştır. Cumhurbaşkanlığı raporuna göre il sınırları içinde yıkık ve
yıkılması gereken bina sayısı 71.509’dur. Bu vahim tablonun nedenini, havzanın
tektonik konumu, sedimantasyon özellikleri ve havza morfolojisinde aramak
gerekir.
5.2.1.2. Hazar Gölü Havzası
Hazar Gölü depresyonu DAFZ sisteminde yer alan tektonik
bir havzadır. Fırat drenaj havzasında yer alan Elâzığ kentinin yaklaşık 25 km
güneydoğusunda yer alan göl, Dicle Havzası'nın en üst kısmını Fırat Nehri
Vadisi'nden ayıran su bölümü alanında bir çöküntüyü kaplamaktadır (Karadoğan
& Kuzucuoğlu, 2019). Bu çöküntü yaklaşık 20 km uzunluğunda ve 3-5 km genişliğindedir.
Hazar Gölü depresyonunun güneyinde DAFZ'nin bir unsuru olan Sivrice Fay Zonu
uzanır. Sivrice FZ, 32 km uzunluğunda, 5 km genişliğinde ve özellikle Hazar Baba
Dağı’nın kuzey yamaçlarında önemli miktarda normal kayma bileşenine sahip bir
faydır (Aksoy vd. 2007). Burada DAFZ'nin ana fayı doğuda iki kola ayrılarak
Hazar Gölü boyunca güneybatı yönünde ilerlemektedir. Bu uzanış, birbirine
paralel olmayan iki mercek şeklindeki çöküntü bir horst ile ayrılır. Bu
grabenlerden biri 220 m derinliğindeki Hazar Gölü tarafından işgal edilmiştir
(Moreno vd., 2010). Hazar Gölü'nün seviyesi, zaman içinde birçok kez değişmiş
olup, kıyılarının üzerindeki teraslardan (Günek ve Yiğit 1995; Tonbul ve Yiğit
1995) ve gölün mevcut seviyesinin altındaki teraslardan (Eriş, 2013; Eriş vd.,
2016) anlaşılmaktadır.
Hazar Gölü depresyonunda, iki ayrı akarsu deltası
üzerinde bulunan batıdaki Sivrice ve doğudaki Gezin yerleşmeleri 2020 yılındaki
depremlerden olumsuz etkilenmiştir. Çok sık depremlerin yaşandığı Hazar Gölü
depresyonu ve çevresindeki yerleşmelerde (Sivrice, Gezin) son depremlerde herhangi
bir yıkım yaşanmamıştır.
5.2.1.3. Elâzığ Çevresindeki Ovalar
Elâzığ çevresindeki ovalar, Güneydoğu Toroslar orojenik
kuşağına yerleşmiş Hazar, Kavak-Gözeli ve Behrimaz ovaları gibi boyuna
depresyonların dışında, bu kuşağın kuzey kenarı boyunca sıralanmış ve
birbirinden fazla belirgin olmayan eşiklerle ayrılan ovalar zincirini
oluşturur. Batıda Baskil Ovası ile başlayan tektonik kökenli bu çöküntü ovaları
doğuya doğru Kuzova-Hankendi Ovası, Uluova-Elâzığ Ovası, Yarımca Ovası,
Kovancılar-Başyurt Ovası ile devam ederek kuzeydoğuda Karakoçan Ovası ile son
bulur (Tonbul, 1987).
Genel olarak D-B yönünde uzanış gösteren bu ovalardan
farklı olarak Kuzova, K-G yönündeki doğrultusuyla yöredeki yer şekillerinin
genel uzanışına dik bir durum gösterir. Önemli bir kesimi kenarlarda Eosen
yaşlı tortul depolardan, merkezi kesimde ise daha genç çökellerden meydana
gelen senklinal biçimli bir havzadır. Baskil Ovası ise kuzeydeki Hasandağı,
güneydeki Bulutlu Dağı arasında tektonik hareketlere bağlı olarak oluşmuştur.
Ovanın tabanı birikinti yelpazeleriyle maskelenmiş durumda olup kuzeyden güneye
doğru belirgin bir eğime (%10) sahiptir. Ovayı kuzeyden çevreleyen
Hasandağı'nın yamaçları faya bağlı olarak oldukça dik olup eğim %40-50'yi
bulur. Tabanında Neojen gölsel depolara da yer vermesine karşılık, ova yüzeyi
tamamen Kuvaterner yaşlı kum-çakıl depolarıyla kaplıdır (Tonbul, 1987).
Günümüzde doğu bölümü Keban Baraj Gölünün bir körfezi
durumunda olan Uluova, kuzey ve güney kenarlarından faylı bir senklinal
özelliğine sahiptir. Ova batıdan doğuya doğru az eğimli olup Kuvaterner'deki
çökmelerle son şeklini almıştır (Akkan, 1972). Tabanı kalın bir alüvyal örtüyle
kaplı olup, eğimi doğudan batıya doğru artar. Kuvaterner'deki çökmelerle son
şeklini alan Uluova'nın doğusunda Neojen’de ve Kuvaterner başlarında çökelmiş,
daha sonra hafifçe kıvrımlanmış genç çökeller bulunur. Ovanın büyük bir bölümü
Keban Baraj Gölü tarafından kaplanmış durumdadır.
Elâzığ kenti tarafından hemen hemen tamamıyla işgal
edilmiş durumdaki Elâzığ Ovası, güneybatıdaki Meryem Dağı (1490 m) eşiğiyle
Uluova'dan ayrılır. Ovanın D-B yöndeki uzun ekseni 12-13 km, K-G yöndeki
genişliği ise 3-3,5 km arasında değişmektedir. Kuzeyde Harput Platosu’na
çıkılan yamaçlar faylıdır. Ova batıya doğru gittikçe daralmakta ve belirgin
olmayan bir eşikle Hankendi Ovası’na geçilmektedir. Harput Platosu’ndan
kaynaklarını alan kuru derelerin oluşturduğu birkinti koni ve yelpazeleri
ovanın kuzey kenarı boyunca geniş bir piedmont ovasının (etek düzlüğü)
oluşumunu sağlamıştır (Tonbul vd., 2005).
Uluova, doğuda Murat Nehrinin açtığı birleştirme boğazı
ile Yarımca-Baltaşı ovalarına bağlanmaktadır. Bu ovalardan Yarımca Ovası Murat
Nehrinin kuzey kenarında gelişmiş en yüksek seki düzlüğüne karşılık gelir.
Murat nehrinin güney kenarındaki Baltaşı ovası ise, Hazar Gölü depresyonunun
doğuya doğru uzanan bir devamı olarak Doğu Anadolu Fay Zonu boyunca şekillenmiş
tektonik kökenli bir ovadır (Tonbul ve Özdemir, 1990).
DAFZ üzerinde 24.01.2020 tarihinde Sivrice merkezli 6.7
büyüklüğündeki depremde, özellikle Elazığ’ın alüvyal ova tabanı üzerindeki
mahallelerinde ve Hazar Gölü çevresinde bulunan Kürk deltası civarındaki Sivrice
ve yine bir Delta düzlüğü üzerindeki Gezin’de meydana gelen yıkımlarda 41 kişi
hayatını kaybetmiştir. 2020 yılında meydana gelen depremde yıkılan bina sayısı
1080 iken 6 Şubat 2023 depremlerinde yıkılan bina sayısı 1’dir. Ancak
Cumhurbaşkanlığı SBB raporunda Elâzığ ili genelinde yıkık ve yıkılması gereken
ağır hasarlı bina sayısı 10156 gibi yüksek bir rakamdır.
5.2.1.4. Elbistan Havzası
Elbistan Havzası, Anatolid-Torid Platformunun iç
kesiminde yer alan dağ içi yapısal bir Neojen çöküntüdür. Havza, doğrultu
atım bileşenine sahip normal faylarla sınırlanmıştır. Dağ içi bir çek-ayır
havzası olarak başlamış ve Miyosen sedimanlarının yoğun bir şekilde deforme
olduğu çarpışma sonrası kıta içi sıkışma tektoniğinin ardından Erken Pliyosen
tektonik kaçışla ilişkili doğrultu atımlı faylanmalara doğal bir tepki olarak
gelişmiştir ve Doğu Toroslar'ın bu kesiminde, temel kayalar olarak
adlandırılan kayalar üzerinde gelişen, dağ içi çek-ayır havzaya benzeyen bir
desen gösterir (Yusufoğlu,2013).
Havzanın gelişim süreci, Üst Kretase’de Arap
Levhası’nın Anadolu Levhası’nı sıkıştırma hareketi ile başlamış (Yılmaz vd.,
1987; Yıldırım, 1989), ilerleyen süreçte kıvrımlanıp yükselen dağlık alanlar
büyük ölçüde ekaylanmıştır (Tarhan, 1982; Genç, 1987; Yıldırım, 1989). Arap ve
Anadolu levhalarının Orta Miyosen’de çarpışmasından sonra havzada bindirme ve sıkışma
rejimi yerini doğrultu atımlı faylara bırakmıştır (Gözübol & Gürpınar,
1980). Üst Miyosen’de havzayı kuzeyden
ve güneyden sınırlandıran doğrultu ve düşey atımlı faylar arasındaki saha
çökmüş, havza bugünkü görünümünü kazanmıştır (Tarhan, 1982).
Alt Pliyosen’den itibaren dağlık alanlardan taşınan
malzemeler havzayı kaplayan göl ortamında birikmiştir. Gölün dolmasıyla
bataklık ortamı oluşmuş, kömürlü zonlar bu bataklık ortamında gelişmiştir. Havza
dolgusu, neredeyse düz uzanan, yaklaşık 100-300 m kalınlığındaki akarsu-göl
çökellerinden oluşur ve Erken Pliyosen'den Kuvaterner'e kadar olan birimler
kalın linyit katmanları içerir. Bu katmanlar Miyosen ve daha yaşlı kayaları
uyumsuz olarak örter (Yusufoğlu,2013).
Kömürlü birimin
üzerine karasal kırıntılar ve karbonatlar çökelmiştir (Özdemir & Özsarı,
2009). Kuvaterner’de ise saha epirojenik olarak toptan yükselmiş ve akarsular
tarafından derince yarılarak tipik bir havza niteliği kazanmıştır.
Dört tarafı dağlarla çevrili olan havzanın batısında
Binboğa Dağları yer alır. Binboğa Dağları’nın temelini Paleozoik’te oluşmuş
mermer ve şist ile Orta Triyas-Kretase döneminde oluşmuş kalkerler meydana
getirir. Bu birimlerin üzerine tektonik dokanaklı olarak Üst Kretase döneminde
oluşmuş ofiyolitler yerleşmiştir (Tarhan, 1982). Mermer ve şistli yapılarda
karstik çözünme ve akarsu aşındırmasına bağlı olarak dağlık ve plato yüzeyleri
son derece parçalanmış bir görünüm kazanmıştır. Havzanın güneybatısı ve
güneyinde Kandil, Berit ve Koç dağları birer antiklinal şeklinde belirmiş olup,
Alpin yöne uygun olarak kabaca GB-KD yönlü uzanış gösterir. Bu dağlık alanların
kuzey yamaçlarını Elbistan Fayı sınırlandırır. Temelini mermer ve şistlerin
oluşturduğu dağlık kütlelerin üzerinde yer yer granitoidler ve ofiyolitler
bulunur. Havzanın güneydoğusunda yer alan Nurhak Dağları, bütünüyle
kireçtaşlarından oluşmuştur (Esen, 2014).
Havzanın doğusunda yer alan Kepez Dağı, havzanın diğer
dağlık kütlelerden farklı olarak, volkanik birimlerden meydana gelmiştir.
Bazalt ve tüflerden oluşan dağlık kütle daha ziyade volkanik bir plato
görünümündedir. Temelini kireçtaşlarının oluşturduğu Hezanlı Dağı, havzanın kuzeyinde
uzanış gösterir. Aynı zamanda bir antiklinale karşılık gelen dağlık kütlenin
güney yamacını Tavla Fayı sınırlandırır. Havzanın güneydoğusunda ada görüntüsü
sunan münferit dağlar sıralanır. Şardağı ile başlayan ada dağlar Medetsiz Dağı
ve Salavan Dağı ile devam eder. Güneydoğu Toros dağlık sistemine dâhil olan bu
ada dağlar, Güneydoğu Toros Dağları’nın Elbistan Havzası’nın ortasına doğru uzanan
tali bir kolunu oluşturur. Hurman Çayı’nın ikiye böldüğü Elbistan Havzası’nın
doğusu ve batısı birbirinden farklı topoğrafik görünüme sahiptir. Havzanın
doğusu deniz yüzeyi kadar düz bir ova görünümüne sahip iken, batısı ise akarsularla
derince yarılmış plato görünümündedir (Esen, 2014)
Elbistan Havzası'nı kapsayan bölgedeki kabuk yapısının
manyetotellürik çalışmalarına dayanarak havza dolgusunun aşağıya doğru maksimum
6 km derinliğe kadar uzandığı varsayılmaktadır (Yusufoğlu,2013).
6 Şubat depremlerinin ikincisi olan ve 7.7 büyüklüğünde
olan deprem, Elbistan Havzası içinde Ekinözü civarında Nurhak-Çardak arasındaki
Çardak Fayı üzerinde gerçekleşmiştir. Bu ikinci deprem özellikle Malatya ve
Adıyaman’daki yıkımlarda etkili olmuştur. Havzada yer alan Elbistan ilçe
sınırları içinde yıkılan bina sayısı 468’dir.
5.2.2. Graben ova ve havzaları
Bilindiği gibi Anadolu, geçirdiği birçok orojenik
hareketlerden sonra, epirojenik hareketlerin etkisi altında kalmış, böylece
rijid olup, kıvrılma özelliğini kaybetmiş kütleler, çökmüş, yükselmiş, bir
tarafa doğru eğimlenmiş, geniş çapta kıvrılmış veya kırılmıştır. Bu kırılma ve
geniş çaplı kıvrılmalar birtakım çukurlukların ortaya çıkmalarına neden
olmuştur. Bazıları ince-uzun oluklar (sillon), bazıları dairesel veya diğer
şekilli bu çukurluklar, zamanla çevreden gelen materyallerle dolmuş, bazıları
deniz veya göl haline dönüşmüş ve sonuçta bugünkü tektonik kökenli alüvyal
dolgulu ovalar ortaya çıkmıştır (Ardos, 1985). Ne var ki tektonik kökenli ova
ve havzaların tümü aynı karakterde değillerdir. Yukarıda değinilen tektonik ova
ve havzalar daha çok doğrultu atımlı fayların yön değiştirmesi veya bindirme
fayların gerisinde oluşan ova ve havzalar karakterini taşırken, bölgenin en
güneyindeki ova ve havzalar doğrultu atımla birlikte genellikle gerilmeli
yapılarda düşey bileşenli fayların egemen olduğu ova ve havzalardır. Ancak
bunların da tabanlarında havza derinliğine bağlı değişen kalınlıkta alüvyon
dolgular mevcuttur.
5.2.2.1. Antakya-Maraş Grabeni (Samandağ, Amik,
Türkoğlu, Sağlık, Narlı ve Kahramanmaraş ovaları)
Antakya-Maraş Grabeni birçok tektonik hatla ilişkili
olarak ortaya çıkmış ova ve havzalardan meydana gelmektedir (Amik, Türkoğlu, Sağlık,
Narlı, Pazarcık ve Kahramanmaraş ovaları).
Antakya-Maraş Grabeni’nin uzanışı kabaca KD-GB
doğrultusundadır. Grabenin güney kesimindeki Antakya kenti Habibi Neccar dağı
ile Güney Amanoslar arasında kurulmuştur. Grabenin kuzeyde son bulduğu Ahır
dağının eteklerinde ise Kahramanmaraş kenti kurulmuştur. Amik Ovası, grabenin
güney kesiminde yer alırken Kahramanmaraş Ovası grabenin kuzey kesiminde yer
almaktadır. Grabenin en dar yerini ise orta kesimde İslâhiye civarı
oluşturmaktadır (Ege, 2014).
Saha, üç ile ait (Gaziantep, Hatay, Kahramanmaraş)
birçok yerleşmeyi bünyesinde barındıran ve depremlerden en çok etkilenen ovalar
dizisidir. Bu depresyon, bünyesinde ve çevresinde yer alan doğrultu atımlı
Amanos (Hacıpaşa), Doğu Anadolu ve Ölü Deniz faylarınca etkilenerek
biçimlenmiştir. Hatta bu ana faylara bağlı tali fay hatlarından söz etmek
mümkündür. Mevcut yapısal özellikler dikkate alındığında, bu bölgedeki etkin
gerilme rejiminin Geç Kuvaterner’de doğrultu atımlı rejimden açılma rejimine
doğru değiştiği gözlenmektedir (Karabacak, 2007).
Antakya-Maraş Grabeni çevresi Türkiye’nin en önemli
tektonik yapılarından olan Doğu Anadolu Fayı, Ölüdeniz Fayı ve Helen-Kıbrıs
Yayı’nın birleşme ve etkileşim alanında bulunmaktadır (üçlü eklem). Hatta
bunlara Gölbaşı depresyonu civarında DAFZ ile kesişen Güneydoğu Anadolu Bindirmesi’ni
de ekleyebiliriz.
Karabacak (2007)’a göre Arap ve Afrika plakaları
arasındaki sınırı oluşturan sol yönlü doğrultu atımlı Ölü Deniz Fay Zonu (ÖDFZ),
Suriye sınırı ile Amik Ovası arasında K-G doğrultusunda uzanır ve Asi Nehri’nin
batısını takip ederek Boşin Köyü yakınlarında Amik Ovası’na girer. Ovada
yapılan ayrıntılı paleosismolojik, jeofizik ve arkeosismolojik çalışmalar fay zonunun
Amik Ovası’nı kat ederek Kırıkhan’ın doğusuna kadar uzandığını otaya koymuştur.
Suriye sınırı ile Kırıkhan arasında uzanan sol yönlü doğrultu atımlı bu fay,
Hacıpaşa Fayı olarak adlandırılmıştır. Kırıkhan’ın
kuzeyinde eğim bileşeni kazanan fay, Karasu Vadisi’nin batı kenarı boyunca
uzanmaktadır. Karasu Fayı olarak
adlandırılan bu fay, olasılıkla ÖDFZ ile Doğu Anadolu Fay Zonu (DAFZ)
arasındaki bağlantıyı sağlayan en önemli yapıdır. Bölgede günümüzde etkin olan
tektonik rejim, olasılıkla Kuvaterner başında Hacıpaşa Fayı’nın aktivitesi ile ortaya
çıkmıştır (Karabacak, 2007).
Ergin (1999), yazdığı tezinde Kilikya bölgesinde
meydana gelmiş olan depremlerden elde etmiş olduğu fay düzlemi çözümlerinden
yararlanarak genel olarak bölgenin gerilme alanını hesaplamış ve bölgenin genel
gerilmesi ile ilgili olarak mevcut tektonik rejimi, temelde yanal atımlı ve
ancak açılma rejimine yakın olduğunu söylemiştir.
Nalbant vd. (2002), bölgedeki tarihsel deprem modellerinden
yararlanarak gerilme artışının Kahramanmaraş ve Malatya arasındaki segmentte
olduğunu göstermişlerdir. Bölgede yer alan dört levha arasındaki ilişki
düzenekleri ve ana fay zonlarının davranışları günümüze kadar yapılan pek çok
levha kinematiği çalışmaları ve sismolojik çalışmalardan elde edilmeye
çalışılmıştır. Bazı araştırmacılar üçlü eklemin yeri olarak Kahramanmaraş'tan
daha güneyde olan Antakya civarını önermektedirler. 1996'da Westaway ve Arger, DAF
üzerindeki Gölbaşı baseninin üçlü eklemin yeri olduğunu önermişlerdir (Ergin,
1999, Ökeler, 2003).
ÖDFZ, dünyadaki önemli transform fay zonlarından kabul
edilir. Yaklaşık 1000 km kadar
uzunluktadır ve güneyde Kızıldeniz'den başlayarak kuzeyde Kahramanmaraş Üçlü
Eklemi'ne kadar devam etmektedir. ÖDFZ’nin
güneydeki ucu olan Kızıldeniz’de açılma rejimi hakimken, kuzeydeki ucunda ise
kıtasal çarpışma ön plandadır. Antakya-Maraş Grabeni’ni güneyinde Amik Ovası
yer alır. Amik Ovası, Asi Nehrinin alt akaçlama havzasında bulunmaktadır.
Batıdan Amanos Dağları, doğudan Kurt Dağları, Afrin Çayı vadisi ve Suriye
Platosu, kuzeyden Karasu vadisi, güneyden de Antakya-Samandağ Grabeni ve Kuseyr
Platosu ile çevrelenmiş bir konumda bulunur. Ova, Asi Nehri, Afrin Çayı ve Karasu
Çayı’nın taşıyıp getirdiği sedimentlerin bu çöküntü alanında biriktirme
yapmasıyla şekillenmiştir. 1975 yılına kadar Amik Gölü’nün de yer aldığı ovada
şimdi sadece bu gölün bir uzantısı olan Gölbaşı Gölü bulunur (Korkmaz, 2008).
Perinçek ve Eren (1990), Doğu Anadolu ve Ölü Deniz Fay
zonlarının etki alanında gelişmiş, Hatay Grabeni’nin güney kısmını oluşturan
Amik havzasının oluşumunun DAF ile ilişkili olduğunu belirtmişlerdir. Yazarlar
Doğu Anadolu Fayı’nın bir kolunun Türkoğlu yakınında sola sıçradığı ve güneyde
Antakya dolayında güneybatı yönünde devam ettiğini ve bu sola sıçrama nedeni
ile İskenderun Körfezi’ni oluşturan bloğun güneybatıya doğru çekildiğini
belirtmişlerdir. Dolayısıyla, Amik havzasının birinci derecede oluşum nedeni
olarak, İskenderun Körfezi Bloğu’nun güneybatı yönündeki çekilmesi
gösterilmiştir.
Grabenin güneybatı kesiminde Türkiye’nin Akdeniz
kıyılarının en güneyinde yer alan Samandağ Ovası yer alır. Bu ova, Asi Nehri’nin Akdeniz’e boşalmadan
önce getirdiği malzemeleri kıyı bölgesinde biriktirerek meydana getirdiği bir
delta ovasıdır. Bu bölgedeki kıyı akıntılarının güçlü olması ve tektonizma ile
bağlantılı olarak kıyıda birdenbire derinliğin artması gibi nedenler deltanın
deniz içerisindeki ilerlemesini sınırlandırmıştır (Erol, 1963; Karataş, 2010).
Yaklaşık 150 km uzunluğunda olan ve kuzeydoğu-güneybatı
doğrultusunda uzanan Antakya-Kahramanmaraş Grabeni, batıdan Amanos Dağları,
doğudan Kurt Dağları, kuzeyden Güneydoğu Toros Dağları güneyden de
Akdeniz ile sınırlanır. Doğu ve batısında açılma
rejiminin ürünü olan normal fayların etkisiyle sürekli bir çökme ve çanaklaşma söz
konusudur. Bu çanaklaşma, Ölü Deniz Fay Zonu’nun oluşmaya başladığı Orta Miyosen’den
sonra başlamış ve günümüze kadar sürmüştür (Korkmaz, 2000). Amik Ovası’nın orta
kesiminde 350 m’ye varan alüvyal dolgular da ovanın kenar kısımlarına doğru basamaklar
halinde incelen yapılarıyla zemindeki düşen bloklara işaret etmektedirler
(Toprak vd., 2002; Karataş, 2010). Graben tabanında yaygın jeolojik birimler
genellikle Pliyosen ve sonrası dönemlere aittir. Kuvaterner yaşlı alüvyonlar ve
bazik lav akıntıları topografyanın büyük kısmına hâkim durumdadır (Karataş,
2010).
Antakya-Kahramanmaraş Grabeni’nin kuzey kesimlerinde
Kahramanmaraş Havzası Ovaları yer alır. Bu ovalar birbirinden eşik ve
boğazlarla ayrılır ve Aksu Çayı tarafından dış drenaja bağlanır.
Antakya-Kahramanmaraş grabeni kuzeydoğusunda Narlı
Ovası ile bağlantılı olarak Pazarcık depresyonu bulunur. Üst Miyosendeki sol
yönlü yanal atımlı Doğu Anadolu Fayı ile Ölü Deniz fayı oluşumuna bağlı olarak
Sakçagöz-Pazarcık grabenleri ortaya çıkmıştır.
Burada oluşan graben alanları, Narlı Ovası’nın oluşumuna zemin
hazırlamıştır. Bundan dolayı ovanın kuzeyi, batısı ve güneyi faylarla
sınırlandırılmıştır (Korkmaz,2001:152).
Yılmaz vd. 1988), Güneydoğu Anadolu orojenezi
gelişimini sürdürürken, Orta Miyosen’de İskenderun, Kahramanmaraş vb. alanlarda
‘Miyosen Havzaları’ olarak anılan alanlarda yeni bir çökelme döneminin
başladığını belirtmişlerdir. Amanos Dağları ve dolaylarında gelişen Orta
Miyosen istiflerinin yeni bir çanak açılmasının ürünleri olmadığı, bölgede
önceden beri var olan denizel ortamın orojenik kuşakta sıkışma sistemi sonucu
yükselen alanı terk edip, yanal atımlı fayların neden olduğu gerilmeli rejimin
bölgede oluşturduğu çukur alanlara denizin yeniden ilerlemesinin bir ürünü
olduğu belirtilmiştir.
Coşkun (1994), Türkiye-Suriye sınırında bulunan, Ölü
Deniz Fayı ve Amanos Fayı tarafından sınırlanan ve temelini Karadut-Koçali
ofiyolitlerinin oluşturduğu Amik-Reyhanlı havzasının şimdiye kadar bilinenin
aksine faylanmış bir antiklinal olmadığı ve bir üçgen zon (trianglezone)
olduğunu ve bölgedeki dublekslerin bu üçgen zona bağlı olarak geliştiğini
belirtmişleridir.
Yürür ve Chorowicz (1998), Arap-Afrika ve Anadolu
levhalarının birleştiği bölgenin iki ana tektonik evre tarafından etkilendiği
ve bu evrelerin, daha yaşlı olan K-G yönlü sıkışma ve daha genç olan ve
günümüzde de etkisini devam ettiren doğrultu atımlı ve D-B yönlü açılmanın
etkin olduğu hareketler olduğunu belirtmiştir.
6 Şubat 2023 depremlerinde en fazla etkilenen
jeomorfolojik birimin Antakya-Maraş Grabeni olduğunu, graben ve çevresinde yer
alan yerleşmelerin en fazla yıkıma uğrayan alanlar içinde olduğu söylenebilir. Özellikle
Antakya her iki depremin odak noktasına yakın olmamasına rağmen havza etkisiyle
depremden en çok etkilenen ve yıkımın en şiddetli yaşandığı yerleşim alanıdır.
Deprem sonrası Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın hazırladığı
ilk raporda Antakya’da 3079, Defne’de 227, Samandağ’da 351, Kırıkhan’da 893, İskenderun’da 216, Altınözü’nde 263, Hassa’da
258 bina yıkılmıştır. Cumhurbaşkanlığı raporunda ise yıkık ve yıkılması gereken
bina sayısı 215.255 olarak belirtilmiştir. Bu rakam hayli yüksektir ve depremin
bu alandaki şiddetinin etkisini göstermesi açısında üzerinde durulması gereken
bir konudur.
5.2.2.2. Fırat Nehri’nin doğusundaki
tektonik ovalar: Suruç ve Harran-Akçakale Ovaları
Üzeri alüvyonlarla örtülü ve Suriye sınırı boyunca
sıralanan bu ovalar dizisi hep birlikte bir platform manzarası arz ederler.
Ancak oluşumlarında kuzey-güney yönlü kırık sistemlerin önemli bir etkisi
vardır (Kalelioğlu, 1971: 146). Bu ovaların en önemlisi Harran Ovası’dır.
Harran Ovası gerek kapladığı alan ve gerekse verimliliği açısından hem
Şanlıurfa’nın hem GAP Bölgesi’nin hem de Türkiye’nin en önemli tarımsal alanlarından
biridir. Harran Ovası’nın en geniş yeri güneyde 60 km., en dar yeri ortada
Tektek Platosu ile Fatik Platosu arasında 30 km, uzunluğu ise kuzey-güney
istikametinde 65 km’dir. Bu sınırlar içerisinde kalan ova, 200.506 hektar olup,
ova rakımı ise 360-500 metre arasında değişmekle beraber ortalama 400 yükselti
m’dir (Benek, 2005).
Ova oluşum itibariyle; bir graben olup, doğuda Tektek,
batıda Fatik yükseltileri (horst) ve güneyde ise Türkiye-Suriye sınırı ile
sınırlanır. Genel olarak, dikdörtgen şeklinde olan ovanın eğimi kuzeyden güneye
doğrudur. Bununla birlikte yüzey eğimi, özellikle Harran ve Akçakale ilçeleri
arasında, oldukça azalmakta olup bu durum birtakım drenaj problemleri
doğurmaktadır (Seyrek vd., 2013:7). Harran Ovası’nı çevreleyen Eosen yaşlı
kireçtaşları yaklaşık 25⁰ açı ile ovaya doğru dalar ve Pliyosen-Pleistosen
yaşlı kil, kum ve çakıldan oluşan taşınmış malzemenin tabanını oluşturur. Eosen
kireçtaşı muhtemelen Miyosen sonlarında meydana gelen faylanmalarla kırılarak
graben oluşumunun temelini oluşturmuştur (Ercan vd., 1991).
Seyitoğlu (2017), Akçakale-Harran Grabeni’nin Karacadağ
açılma çatlağı ile ilişkili olduğunu ileri sürmektedir.
Coşkun (2004), Afrika ve Arap levhası hareketlerinin
Kızıldeniz bölgesinin açılmasının etkisiyle hareketin saat yönünün tersi yönde
ve GB-KD yönünde yönlendirildiğini, bu tektonik olayı, GD Türkiye'nin
yeraltındaki petrol sahalarının GB-KD yönelimleri ve Karacadağ bazaltik
genişlemeleri ve yüzeyde Ölü Deniz Fayı, Adıyaman Fayı ve Akçakale Fayı gibi
önemli fayların ortaya çıkmasıyla kanıtlandığını ileri sürmektedir. Yazara göre,
Adıyaman Fayı, Ölüdeniz Fayı'nın Adıyaman boyunca devamıdır ve Adıyaman Fayı’nın
Diyarbakır-Şelmo petrol sahalarında devam ettirilmesi daha mantıklıdır. Bu fay,
Diyarbakır bölgesinde yüzeyde yaygın Karacadağ bazaltik akıntılarına neden
olmuştur.
Suruç Ovası da Harran Ovası gibi graben özelliği
taşımaktadır. Ova, Kuvaterner yaşlı alüvyonlarla kaplı olup, çevresinde yer
alan platolar ise Tersiyer yaşlı kalker formasyonlarından oluşmaktadır. Bu
formasyonlar genel olarak Miosen ve Oligosen yaşlı kalkerlerden oluşmaktadır.
Bunun yanında Suruç Ovası’nın kuzeydoğu kesimlerinde yine Tersiyer sonu Kuvaterner
başlarında başlayan Karacadağ volkanizması sonucunda oluşan bazalt örtüleri yer
almaktadır. Suruç yerleşmesi ovanın güney yarısında Suriye sınırına yakın bir
kesimde yer almaktadır. Ovanın kuzeyi, doğusu ve batısı ise yükseltisi 500 m’yi
aşan platolarla çevrilidir (Şahinalp, 2019).
DSİ tarafından yapılan çalışmalarda, Suruç Ovası’nın
genç jeolojik formasyonlardan oluştuğu, kırmızı renkli alüviyal topraklarla
örtülü olduğu belirtilmektedir. Yüzölçümü yaklaşık 71.000 hektar olan ovanın verimli
toprak tabakasının altında yer yer Eosen Kalkerleri’ne rastlanılmaktadır (Benek,
2005).
5.2.2.3. Birecik-Kargamış, Haral, Elbeyli,
Tilbeşar ve Kilis Ovaları
Gaziantep Platosu’nun güneyinde Fırat Nehri vadisi ile
birlikte batısında Birecik Haral, Elbeyli, Tilbeşar ve Kilis ovaları uzanır. Bu
ovalar dizisi hep birlikte bir plâtform manzarası arz ederler. Gaziantep Platosu
güneyindeki bu ovaların oluşumunda da Harran Ovası gibi kırıkların rolü
muhtemeldir. Diğer taraftan bu ovaların oluşumunda ve gelişmelerinde arazinin
kalker oluşu nedeni ile karstlaşmanın payı vardır. Haral ve Elbeyli Ovalarında
görülen hum tepeleri karst olayının en güzel delillerindendir (Ardos, 1985).
Demir vd. (2008)’e göre Orta Miyosen’deki tektonik
hareketler, Akdeniz ile Hint Okyanusu'nu birbirine bağlayan eski batı-doğu
Tetis Denizyolunu kesintiye uğratarak, ön ülkede bir bariyer oluşturmuştur
(kalker plato). Bu bariyer ile kuzeydeki orojenik kuşak arasındaki saha kıyı ve
kara için bir tortulanma alanı oluşturmuş ve buradaki tortulanma deniz seviyesinin
üzerine kadar yükselmiştir. Modern Fırat Nehri, şu anda Kuzey Suriye ve Batı
Irak'taki Arap Platformu yüksek bölgelerini oluşturan bu eski set boyunca
akmaktadır.
Bize göre bu set gerisindeki yoğun sedimantasyon ve
Karacadağ volkanik kütlesinin oluşumuyla birlikte ortaya çıkan havza
merkezlerinin çöküşü ve epirojenez kalker bariyerinin güneyinde meydana gelen
kırılmanın ve graben oluşumunun da nedenidir.
Güneydoğu Türkiye'deki Fırat Nehri, Miyosen’den (yaklaşık
9 My) bu yana yaklaşık 270 m'lik bir
yarılmayla sahada dramatik bir erozyonel
manzara üretmiştir. Bu zaman ölçeğinde yaklaşık 600 m'lik bir yüzey yükselmesi
tahmin edilmektedir. Mevcut nehir seviyesinden yaklaşık 80 m yüksekte, geçici
olarak yaklaşık 1,8 milyon yıl öncesine
tarihlenen Paleolitik eserler rapor edilmiştir. Son ∼55 m’lik yarılma,
muhtemelen Orta Pleistosen’de iklim değişikliği ile daha hızlı erozyonun neden
olduğu, erken Orta Pleistosen'de dünya çapında gözlemlenen yükselme
oranlarındaki artışı yansıtmaktadır (Demir ve diğ., 2008).
Fırat Nehri Gaziantep-Şanlıurfa paltoları güneyindeki
oluşmuş tektonik oluklardan biri olan Birecik-Kargamış ovası içinde akışını
sürdürmektedir. Ancak bu tektonik oluk diğer grabenler gibi simetrik bir
tektonik oluk olmayıp tek yönlü fay ve faylarla kırılmış bir yarı graben
niteliğindedir.
Fırat Nehri’nin vadi tabanında Birecik’in kuzeyinde
(Altınova) ve güneyinde (Mezra Ovası) oldukça geniş bir saha konglomeralar,
kumlar ve killerden meydana gelmiş kalın bir alüvyon alan bulunmaktadır (Benek,
2005). Mezra ovası Fırat nehrinin yerleştiği ve genç taraçalarını oluşturduğu
güncel yataktır. Ancak daha yüksekteki bulunan ve aynı zamanda bir glasi olan
Altınova yükselme (veya batı yakasının çökmesi) öncesi dönemin Fırat seviyesini
göstermektedir.
Güneydoğu Anadolu merkezi havzalarının çökmesine bağlı
olarak Otokton birimlerin güneyinin epirojenik yükselimi Harran, Suruç
Birecik-Kargamış Ovası gibi alanlarda kratojenik kırılmalarla sonuçlanmıştır.
Kırılma kenarları aynı zamanda bazaltik çıkışların yönünü de belirlemektedir.
Bu ovalar yüzeyleri alüvyonlarla örtülü olsalar da platform yapıda
olduklarından kuzeyindeki masif birimlerin devamıdır. Bu nedenle bu ova
dizilerinde yer alan yerleşmelerde 6 Şubat depremlerinin yıkıcı etkileri bölgenin
kuzeyine göre azdır. Şanlıurfa (Haliliye)’da 44, Kilis’te 130 bina yıkılmıştır.
5.2.3. Senklinal ova ve havzalar
5.2.3.1. Araban ve Yavuzeli Ovaları
Gaziantep Platosu’nun kuzeyinde, Karadağ'ın kuzey ve
güneyinde yer alan Araban ve Yavuzeli Ovaları, bölgenin önemli depresyonlarındandır.
Antakya-Maraş Grabeni ile Adıyaman havzasının birbirine en çok yaklaştığı yer
burasıdır.
Bir senklinale karşılık gelen Araban Ovası’nın denizden
yüksekliği takriben 600 m. civarındadır. Batı-doğu yönünde uzanan bu ovanın
uzunluğu yaklaşık 35 km, eni en geniş yerinde yaklaşık 10 km kadar olup, alanı
ise yaklaşık 250 km² kadardır. Araban Ovası’nın tabanı alüvyonlarla kaplıdır.
Bu alüvyon düz taban üzerinde bazalt yapılı şahit tepeler ile höyükler yükselir. Karadağ'ın güneyindeki
Yavuzeli Ovası da bir senklinaldir. Araban Ovasına nazaran alanı son derece
küçük olup, denizden takriben 650 m. yüksekliktedir (Ardos, 1985).
Yavuzeli ve Araban ovaları Seyitoğlu (2017)’nun ve
Berberyan (1995)’ın önerdiği Güneydoğu Anadolu kaması ve Gizli Kör Faylar
modeline göre Kör bindirme faylarının oluşturduğu asimetrik antiklinal arasında
Antakya- Maraş Grabeni ile Adıyaman havzalarını birleştiren senklinal
ovalardır. Bu görüşlere göre Yavuzeli ve Araban ovaları da kuzeydeki havzalar
da piggy-back karakterindedir ve depremin bu eşiğin doğusundaki Adıyaman
havzasındaki şiddetli etkisini açıklamaktadır. Fakat bu ovalar içinde Depremden
sonraki 10 gün içinde yıkılan bina söz konusu değildir.
5.2.4. Sag Pond (Fay Gölleri) Çöküntüleri
5.2.4.1. Gölbaşı-Azaplı-İnekli Depresyonu
Aktif faylanmalar sarkma havuzları gibi çökme yapıları
ve akarsu kanalları gibi ofset özelliklerin de oluşmasına neden olur. Bu gibi
şekillere Türkiye’de Kuzey Anadolu ve Doğu Anadolu Fay zonlarında rastlamak
mümkündür (Kuterdem ve Dirik, 2007; Hubert-Ferrari vd., 2012; Perinçek ve
Çemen, 1990). Güneydoğu Anadolu’da Pazarcık segmentinin doğusunda bünyelerinde
göller oluşmuş Gölbaşı, İnekli ve Azaplı depresyonları buna güzel bir örnektir
(Saber vd., 2014; Perinçek vd., 2010).
Gölbaşı Depresyonu, Doğu Anadolu Fay Zonu üzerinde yer
alan önemli depresyonlardan birisidir. İçinde Gölbaşı, Azaplı ve İnekli
Gölü'nün de yer aldığı bu çukur saha, Yerkabuğunun en önemli tektonik
arızalarından birisinin Doğu Afrika'da Rift Hattı’nın Anadolu'daki devamı
üzerindedir (Biricik, 1994).
Depresyon tabanının çukur yerlerinde göller yer alır.
Uzun ekseni güneybatı-kuzeydoğu olan depresyonun kuzeydoğu ucunda Gölbaşı Gölü
yüzölçümü itibariyle en büyük, güneybatı ucundaki İnekli Gölü en küçük olanıdır.
Bu ikisi arasında Azaplı Gölü bulunur. Azaplı Gölü, tektonik oluğun en çukur
yerinde bulunmaktadır. Diğer göllere göre daha derindir. Bu durum hem çökmenin varlığını
hem de göl dibindeki Eosen kalkerlerine bağlı olarak karstik etkilerle gölün
derinleştiğini göstermektedir. Gölbaşı Gölü'nün fazla gelen suları bir
gideğenle Azaplı Gölü'ne, bu gölün fazla suları İnekli Gölü'ne, İnekli Gölü'nün
ve dolayısıyla sözü edilen üç gölün fazla suları da yine bir gideğenle Aksu
Çayı'na boşalmaktadır (Biricik, 1994).
İmamoğlu (1993
ve 1996), DAF'ın, Pliyosen'den itibaren Harmanlı civarında çatallanması ve
fayın sıçramalar yapmasına bağlı olarak depresyonun Fay Kaması Havzası (Fault
Wedge Basin) olarak geliştiğini, göllerin çevresinde de silt çamur ve bitki
kökü gibi sedimanların çökelmesi ile güncel bataklık çökellerinin biriktiğini
belirtmiştir.
Ardos (1984), Gölbaşı Depresyonu'nun tektono-karstik
bir oluşum olduğunu, ovadaki göllerin oluşum sürecini çökmeyle açıklamıştır. Ofiyolitli
yamaçlar ve yüksek eğim derecesi depresyon kenarlarını gömülü vadiler
oluşturacak şekilde aşındırarak arızalı bir topografyanın oluşmasına neden
olmuştur (Öz, 2003).
Westaway vd. (1996)’ne göre Gölbaşı depresyonu ve yakın
çevresi Kahramanmaraş'a kadar devam eden yapı ile Doğu Anadolu Fayının
kesiştiği alanda yer alan ve Hatay-Maraş çöküntü hendeğinin bir parçasıdır. Bu
lokasyonundan dolayı DAF'ın havzanın şekillenmesinde temel aktör olduğu ifade
edilebilir.
Alüvyonlardan meydana gelen depresyon tabanının derinleşmesi
ile oluşan çukurlukların göllere dönüşmesi, göllerin çevresinde gelişen
bataklık alan, flora ve faunanın çeşitlenmesi, alüvyonların geçirimli yapısı,
taban suyunun yüksekliği ile bu alanlara yerleşmek ve iktisadi faaliyet
gerçekleştirmek aslında zordur. Ne var ki özellikle Gölbaşı Depresyonu
tabanında insan faaliyetleri açısından gittikçe bir yoğunluk gözlenmektedir
(Akdemir, 2004).
Sahada yapılan zemin etütleri, yeraltı suyu seviyesinin
yüksek olduğu, bunun yanında özellikle kumlu, çakıllı alanlarda orta dereceli
bir sıvılaşma riskinin bulunduğu ve bu alanlarda yüzeyde hasar meydana
getirebilecek sıvılaşmaların gerçekleşebileceğini göstermektedir (Akıl vd.,
2008). Nitekim Gölbaşı İlçe merkezi 6 Şubat depremlerinden oldukça hasar
almıştır. İlçede yıkılan bina sayısı 614’tür.
5.2.5. Amanos Dağları’nın batısındaki ova ve
havzalar
5.2.5.1. Adana- Ceyhan Havzası (Çukurova):
Adana-Ceyhan Havzası, Türkiye’nin en geniş ve tarımsal
verimi yüksek ovalarından birini oluşturmaktadır. Ceyhan ve Seyhan Nehirleri ile
Tarsus Çayı'nın taşıdıkları çeşitli materyallerin Adana-Ceyhan Depresyonunda
yığılması ile oluşmuştur. Adana-Ceyhan Havzası'nın batı-kuzeybatı kesiminde
Bolkar Dağları ile Aladağlar Orta Torosların uzantılarını, doğudaki Amanos
Dağları ise Güneydoğu Torosların batı başlangıcını oluşturmaktadır (Biricik
& Kurt, 1998).
Ceyhan deltası Çukurova’nın güneydoğusunda, yaklaşık
son 4000 yılda gelişmiş, Türkiye’nin en genç delta ovasıdır. Daha önceleri
Seyhan ırmağı ile birlikte güneybatıya doğru akan Ceyhan ırmağı, yaklaşık olarak
4000 yıl kadar önce bu ovayı oluşturmaya başlamıştır. Bahçe-Deveciuşağı köyleri
üzerinden, güneybatıdan kuzeydoğuya uzanan genç bir fayın güneydoğu kanadının
çökmesinden sonra, Ceyhan ırmağı şimdiki Bebeli köyü yakınında güneydoğuya
sapmış ve bu olayı izleyen 6 evrede yan yana dizilen dilimler (lob’lar) halinde
güncel deltasını oluşturmuş ve “kazayağı tipi delta” adı verilen bu oluşum
devam etmektedir. Ancak barajlardan dolayı sediment gelmemesi nedeniyle kıyı
kumulları gerileme sürecine girmiştir (Erol, 2003).
Misis Boğazı esasında iki ayrı havza sınırında bir eşik
halindedir. Bu havzalardan birisi, üzerinde Adana Şehri'nin de bulunduğu asıl
Çukurova; diğeri ise üzerinde Ceyhan Şehri'nin de bulunduğu Ceyhan Ovası'dır.
Bir sübsidans havzası üzerinde gelişen bu büyük ova farklı isimlerle de
tanınmaktadır. Nitekim, Tarsus ırmağının batısında Toros'ların eteklerine kadar
olan sahaya Berdan Ovası, Tarsus Irmağı ile Seyhan Nehri arasında kalan sahaya
Tarsus Ovası, Seyhan ile Ceyhan Nehirleri arasında kalan düzlüğe Yüreğir Ovası,
Ceyhan Nehri ile Misis Dağları arasında kalan alana da Misis Ovası denilmektedir
(Biricik & Kurt, 1998).
Oldukça geniş düzlüklerden ibaret olan Ceyhan Ovası'nın,
kuzeyinde Kozan, Kadirli yerleşmeleri ile doğu kenarında Osmaniye il merkezi, güneyinde
Ceyhan, batısında ise İmamoğlu yerleşmeleri yer almaktadır. Deniz seviyesine göre
yükseltisi 30 ile 100 m arasında değişen ve güneydoğuda Kısık Boğazı ile Dörtyol
Ovası'na, güneybatıda Yılankale-Yakapınar (Misis) arasında Misis Boğazı ile
Adana Havzası'na bağlanan Ceyhan Ovası, yaklaşık 2050 km² yüz ölçüme sahiptir
(Biricik & Kurt, 1998).
Adana-Ceyhan Havzası, depremselliği yüksek bir bölgede
yer almaktadır. Adana Ceyhan Havzası'nda aletli dönemde meydana gelen en
şiddetli depremler arasında 20 Mart 1945 Ceyhan-Misis Depremi, 22 Ekim 1952
Ceyhan-Misis Depremi ile 27 Haziran 1998 Adana-Ceyhan Depremleri sayılabilir.
6 Şubat depremlerinde Adana-Ceyhan havzasındaki
yerleşmelerde çok büyük bir etki yaşanmamıştır. Adana Seyhan’da 1, Çukurova
ilçesinde 11 bina yıkılmıştır. İl genelinde yıkık, acil yıkılması gereken ve
ağır hasarlı bina sayısı 2952’dir.
5.2.5.2. Kıyı ve etek ovaları: İskenderun, Dörtyol-Erzin
ve Osmaniye ovaları
Erzin, Dörtyol, İskenderun, Arsuz ve Osmaniye ovaları
İskenderun Körfezi havzasında yer almakta olup, körfezin doğu kıyısı boyunca,
Amanos Dağları’nın bu körfeze bakan batı yamaçlarından inen küçük akarsuların
taşıdığı alüvyonlarla meydana gelmişlerdir (Karataş, 2010).
İskenderun, Dörtyol-Erzin ve Osmaniye Ovaları, Amanos
dağlarının hemen eteğinde yer alır. Bu düzlükler, sondajlardan elde edilen
bilgilere göre, altta Pliyosen, onun üstünde de Kuvaterner formasyonları tarafından
temsil edilmektedir. 2000 metreyi aşan kalınlıktaki Pliyosen formasyonlarını,
kalker ve serpantin çakıllarının gevşek bir çimento ile birleşmesi sonucu
oluşmuş bulunan konglomeralar oluşturur. Bunlar yer yer ova yüzeyinde de
mostra vermektedir. Genellikle Amanosların hemen batı eteğinde, kuzeyden
güneye doğru sıralanmış bulunan bu alüvyal düzlükler, birikinti konilerinin
birleşmeleri sonucunda oluşmuşlardır. Bu sıralanma aynı zamanda, dağ eteğinde
N-S yönünde uzanan büyük bir fay dikliği boyunca meydana gelmiştir. Pliyosenin
kalın olması, doğudaki fayın oynadığı ve bugünkü ovalık kısmın neotektonik
hareketlerle çöktüğü anlamına gelir. Öyleyse bu ovaların oluşumunda aynı
zamanda tektonik etkiler de söz konusudur. Ancak, birikinti koni ve yelpazelerinin
birleşmeleri ve diğer faktörlerle bugünkü görünümünü kazanmışlardır (Mülazımoğlu,
1980).
Osmaniye kent merkezinin de kuruluş yeri olan Osmaniye
Ovası, Ceyhan Ovası’nın doğu kenarında, Amanos dağlarından Ceyhan Ovasına doğru
hafif eğimli bir dağ eteği ovasıdır (piedmont).
Ova, ağırlıklı olarak alüvyon ve yamaç molozu ürünleri
olan killi, siltli, kumlu ve çakıllı birimlerden oluşmaktadır. Bu özelliğinden dolayı
Osmaniye’de, olası büyük bir depremde meydana gelebilecek sıvılaşmayla ilişkili
zemin deformasyonları riski söz konusudur. Bu nedenle sismik açıdan tehlikeli
bir bölgede yer alan Osmaniye yerleşim
alanının kuzeyinde potansiyel
sıvılaşma alanları bulunmaktadır
(Başdemir, 2019).
6 Şubat’ta meydana gelen ilk depreme yakınlıkları
dolayısıyla bu ovalar üzerinde yer alan yerleşmeler de etkilenmişlerdir. Fakat
etkilenme derecelerinin Antakya-Maraş Grabeni’ndeki yerleşmeler ve daha
doğudaki ova ve havzalar kadar olmadığını belirtmek gerekir. Bu birimde yer
alan yerleşmelerden İskenderun'da yıkılan bina sayısı 216, Osmaniye'de ise 148'dir.
Diğer yerleşmelerde ise (Arsuz, Erzin, Dörtyol) yıkım söz konusu değildir.
5.2.6. Yüksek dağ içi ovaları
5.2.6.1 Düziçi Ovası
Düziçi Ovası, Kuzey Amanoslar bünyesinde yer
almaktadır. Sahası tektonik olarak çok genç ve hareketli olduğu için
jeomorfolojik açıdan birden fazla birimden oluşan farklı bir topoğrafyaya
sahiptir. Sahanın Ovanın oluşmasında ve gelişmesinde en önemli faktörler
flüvyal süreçler, karstlaşma ve tektonizmadır (Ege & Kortuk, 2015).
Düziçi Ovası’nın deniz seviyesinden ortalama yüksekliği
350 metredir. Doğudaki kısımlarında 300-400 metreler arasındaki birikinti koni
ve yelpazelerinden sonra yüksekliği 1500 m’yi geçen dağlık ve engebelik alanlara
geçilir (Ege & Kortuk, 2015).
Düziçi Ovası, Adana ovalarından belirgin bir eşik ile
ayrılmaktadır. Bu durumu yükselti basamaklarından da görmek mümkündür. İki
bölüme ayrılan Adana ovalarının yukarı ova bölümü, yükselti açısından aşağı ovaya
göre yüksek bir topoğrafyaya sahiptir. Çukurova’da ovanın görece yüksek kabul
edilen kısımlarında bile yükselti 100 metreyi geçmez iken, Düziçi ovasının en
düşük yükseltisi 250 metre dolaylarındadır. Bu da Düziçi ovasının Adana
ovalarından jeomorfolojik ve tektonik oluşum açısından farklı olduğunu gösterir
(Ege & Kortuk, 2015).
6 Şubat depremlerinde Düziçi’nde 33 bina yıkılmıştır.
5.2.6.2. Erkenek Polyesi
Erkenek Polyesi, Güneydoğu Torosların batı bölümü
içinde, dağlık kuşağın uzanış yönüne uygun olarak KD-GB doğrultusunda uzanan
tektono-karstik oluşumlu bir depresyondur. Bu saha, Malatya’nın yaklaşık 80 km
güneybatısında yer almakta ve kuzeyden bir eşikle D-B doğrultusunda uzanan
Çelikhan Ovası-Kurucaova-Sürgü Ovası tektonik çukurluğundan ayrılmaktadır.
Polyenin güneybatısında ise yine KD-GB yönlü uzanışa sahip Gölbaşı-Pazarcık Oluğu
uzanmaktadır. Bu iki alçak alan arasında bir yükselim sahasına karşılık gelen
Erkenek Polyesi’nin tabanı 1350-1400 m yükseltiye sahiptir.
Polye, karstlaşmanın yanı sıra yörede kabaca KD-GB
doğrultulu uzanan Güneydoğu Anadolu Bindirmesini aynı doğrultuda dar açıyla
kesen Doğu Anadolu Fay Zonu (DAFZ) içindeki yapısal hatlara bağlı olarak
şekillenmiştir. Karstik şekiller, buradaki tektonik hatlar boyunca daha hızlı
gelişerek büyümüştür. Tabanı oldukça düz ve alüvyal bir örtüyle kaplı olan
polye, temeldeki Paleozoyik-Mesozoyik yaşlı mermerlerin (Malatya
Metamorfitleri) karstlaşması sonucu oluşmuştur. Önceleri kapalı bir depresyon
olan polye, güneybatıda DAFZ’a yerleşmiş Karanlık Dere’nin kolları tarafından
kapılmıştır (Tonbul, 2012).
Elazığ çevresindeki Behrimaz ve Kavak-Gözeli ovaları da
bu kategoride sayılabilir. Ancak Düziçi Ovası ve Erkenek Polyesi 6 Şubat
depremlerinden etkilenirken Behrimaz, Kavak ve Gözeli ovalarında yıkıcı bir
etkisi söz konusu değildir. İdari olarak Doğanşehir ilçesinin bir mahallesi
konumundaki Erkenek’te, son depremlerde, 2500 yapının yaklaşık %75'i ya yıkıldı
ya da acil yıkılacak ve ağır hasarlı olarak kayıtlara geçmiştir (AA).
5.2.7. Sübsidans Karakterli Pliyosen
Tortulanma Havzaları
Bilindiği gibi havza kenarları genellikle eski
kütlelerden oluşmuş, orta kısımları çukurlaşmış ve çevreden gelen materyallerle
dolmuş alanlar olup, ‘para-jeosenklinal’ özelliği gösterirler. Bunların içerisine
yığılan materyallerin yardımıyla, dip kısımlarının da yavaş yavaş çökmesi
suretiyle derinleşirler. Kalınlık bazen binlerce metreyi bulur. Türkiye’de bu
özellikleri gösteren ve ova niteliğinde olan birkaç sübsidans havza vardır:
Ergene Havzası, Tuz Gölü Havzası, Çukurova Havzası ve kısmen de Balıkesir Havzası
(Ardos, 1985). Bunlara Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki Diyarbakır ve Adıyaman
havzalarını da ekleyebiliriz.
5.2.7.1. Diyarbakır Havzası
Güneydoğu Anadolu Bölgesi, esasen, Karacadağ volkanik
kütlesi tarafından iki bölüme ayrılan ve iki büyük akarsu tarafından drene
edilen iki büyük havzadan meydana gelir.
Sözer, bu havzaları “çanaklaşmış, orta yükseltideki kubbeleşmiş dağlar
ve tepelerden meydana gelen, kuzeyden güneye bir alçalma gösteren ve
Mezopotamya düzlüklerine kavuşan” alanlar olarak ifade eder (Sözer, 1984).
Bunlardan doğudaki havzayı ‘Diyarbakır Havzası’ oluşturur.
Diyarbakır Havzası, genel hatlarıyla Güneydoğu
Torosları ile Mardin Platosu arasındaki depresyonu kapsar. Havza, denizel ve
karasal ortam sedimentlerinin yoğun olarak tortulandığı bir neojen havzası
olduğu gibi aynı zamanda jeolojik-jeomorfolojik ve hidrografik havza
özelliklerine de sahiptir (Karadoğan, 2022:24).
Diyarbakır Havzası, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin Dicle
Bölümü’nde kuzeyde ve doğuda Güneydoğu Toroslar’ın kenar kıvrım kuşağı (Silvan-
Hazro kıvrım zonu) ile güneyde Mardin Eşiği Platosu arasındaki depresyonu
kapsamaktadır. Dicle nehrinin içinden aktığı ve batı yönünde Karacadağ volkanı
ile sınırlanan depresyon, Silvan Neojen platosu ile Mardin karst platosu
arasında batıdan doğuya uzanan geniş bir tortulanma ve çökme havzasıdır. Havza,
her ne kadar monoton bir görünüme sahip olsa da neotektonik, volkanik, flüvyal
ve örtülü karst süreçlerinden etkilenmiş ve çeşitli yer şekilleri meydana
gelmiştir.
Türkiye’nin en genç tektonik-orojenik ünitesini
oluşturan ‘Kenar Kıvrımları Kuşağı’nı da bünyesinde bulunduran Diyarbakır
Havzası’nda çok çeşitli zamanlarda oluşmuş değişik özellik ve fasiyese sahip
birimler bulunmaktadır. Farklı ortam koşullarında birikmiş litolojik birimlerle
birlikte tektonik olaylar da havzanın şekillenmesinde etkili olmuşlardır.
Mardin kütlesi ve Silvan-Hazro kıvrım zonundan
aşındırılan malzemeler; Diyarbakır havzasında kalınlığı yüzlerce metreyi bulan
kırıntılı depolarla doldurarak kalın bir neojen tortul katmanı oluşmuştur. Hem
dalgalı Pliyo-Kuvaterner dolgularından meydana gelen havza düzlükleri, hem de
vadiler boyunca uzanan geniş Kuvaterner alüvyal taraçaları ve glasiler bölgenin
tarıma ve yerleşmeye en elverişli alanlarını oluşturmaktadır (Erinç, 1980).
Havzanın merkezi kısımlarını meydana getiren Şelmo
Formasyonu, çakıltaşı, kumtaşı, silttaşı, şeyl ve marn ardalanmasından
oluşmaktadır. Bölgede akarsu, göl ve delta ortamlarında çökelmenin ürünü olan
Şelmo Formasyonu tabaka yatımları, kısa mesafelerde farklı yön ve açılara
sahiptir. Bunun nedeni, tektonik olaylar sonucu meydana gelen kıvrımlar ve
doğrultu atımlı faylardır (Karadoğan ve Kozbe, 2013).
Hem bölgede hem de havzada etkisini önemli ölçüde
hissettiren ve birçok doğal ortam koşularını biçimlendiren Karacadağ bazalt
lavları Pliosen tortullarını örtmüştür. Karacadağ volkanik platosunun doğu
kenarına yerleşen ve daha sonra Diyarbakır kenti civarında bir dirsekle doğuya
yönelen Dicle Nehri, havza tortullarının içine gömülmüştür.
Havzanın merkezi kesiminde Dicle Nehri ile Karacadağ
bazalt platosu sınırına Diyarbakır kenti kurulmuştur. 6 Şubat 2023’te meydana
gelen her iki depremin odak noktasına uzak olmasına rağmen (kuş uçuşu yaklaşık
290 km) Diyarbakır kenti depremlerden en çok etkilenen yerleşim yerlerindendir.
Depremler esnasında 175 bina yıkılmıştır ancak Cumhurbaşkanlığı raporuna göre
yıkık, acil yıkılması gereken ve ağır hasarlı binaların sayısı 8602’dir. Bu ağır
hasar, her ne kadar bazalt plato üzerinde kurulan eski kent için bir avantaj
gibi görünse de yaşanan son depremlerin etki alanını ve özellikle havza
etkisinin göz ardı edilemeyeceğini göstermektedir. Çünkü Karacadağ kütlesi bir
bakıma kalın ve Adıyaman Havzası’yla bağlantılı olan Pliyo-Kuvaterner havza
dolgularını örtmektedir.
5.2.7.2. Adıyaman Havzası
Adıyaman Havzası, Karacadağ’ın batısında, bünyesine
Fırat Nehri’nin yerleştiği Subsidans havzayı oluşturur. Havza, bir geçiş ve
bindirme zonu üzerinde bulunmasından dolayı çok çeşitli yer şekillerini
barındırmaktadır. Sahada kıta-kıta çarpışmasının sonucu olarak kıvrımlı,
kırıklı ve şaryajlı yapılar, havza tabanındaki istiflenmeye bağlı olarak yatay ve bu yapıların genç tektonizmanın
etkisinde kalması sonucu değişik yükseltilerde aşınım yüzeyleri ve sekiler,
monoklinal yapı şekilleri ortaya çıkmıştır. Eosen’den beri sürekli aşınım-birikim
ve aktif tektonizma denetiminde biçimlenen havza, sürekli değişen ve gelişen
geniş bir senklinal ve sübsidans havzadır (Karadoğan & Tonbul, 2019).
Havza tabanından belirgin bir eğim kırıklığı ile
ayrılan Güneydoğu Toroslar, Fırat Nehri’ne (bugünkü Atatürk Baraj Gölüne)
kavuşan akarsular tarafından yoğun olarak yarılmıştır. Aşındırılan malzemeler
havza tabanındaki senklinalleri doldurmuştur. Akarsu aşındırmasının havza tabanında da devam etmesi ve yoğun
sedimantasyon, genç çökellerin deformasyona uğraması, havzada aktif
tektonizmanın devam ettiğini göstermektedir (Karadoğan & Tonbul, 2019).
Adıyaman Havzası, Neojen döneminde birikmiş
tortullardan oluşmaktadır. Bu tortullar Fırat Nehri’nin kuzey kollarından olan
Kahta Çayı, Ziyaret Çayı ve Göksu Çayı tarafından yoğun şekilde aşındırılmış,
parçalanmıştır. Pliyo-Kuvaterner depolarının aşındırıldığı veya faylı alanlarda
Eosen kalkerleri, antiklinal yapıları olarak ortaya çıkmaktadır. Bunun dışında
taban arazi ise tamamen Neojen dolgularından meydana gelmektedir. En genç
oluşuklar ise vadi tabanı ve seki sistemlerinde görülen Kuvaterner
alüvyonlarıdır (Karadoğan & Tonbul, 2019).
Diyarbakır Havzası’ndaki gibi Adıyaman Havzası’nın
da tabanını örten en yaygın birim Şelmo Formasyonudur. Şelmo Formasyonu,
yoğun olarak Adıyaman-Kahta-Fırat Nehri arasında, Kahta'nın kuzeyinde ve Kahta Çayı’nın
her iki yanında yoğun olarak mostra vermektedir. Şelmo Formasyonu, Adıyaman
yöresinde 900 m’yi bulan kalınlık verir (Sungurlu, 1974). Karakuş Tümülüsü
civarında 500 m’ye varan kalınlıklar görülür. Bunların üzerine ortalama 20-
Şelmo Formasyonu genellikle Midyat Grubunun
aşındırılmış topografyası üzerine diskordansla çökelir. Bu birim,
Adıyaman-Fırat Nehri arasında Plio-Kuvatemer yaşlı kaba çakıltaşları tarafından
da uyumsuzlukla örtülür. Tortulanmada akarsular ve alüvyal yelpazeler en önemli
rolü oynamıştır (Meriç, 1965 ve 1986). Nitekim üzerinde Adıyaman kentinin de
kurulduğu havzanın kuzeyi geniş bir piedmont kuşağıdır. Pleyistosen başlarında
alanın toptan yükselmesi, fluviyal aşındırmayı hızlandırmış ve dağlık
alanlardan taşınan materyaller eteklerde birikerek bu geniş dağ eteği kuşağını
oluşturmuştur. Havzanın kuzeyindeki birçok köy yerleşmesi bu geçiş kuşağı
üzerinde kurulmuştur.
Adıyaman Havzası’nda yoğun bir tektonizma ve bunun
eseri olan çok sayıda fay söz konusudur. Türkiye'nin ve dünyanın önemli
tektonik unsurlarından birisi olan Doğu Anadolu Fay Zonu, havzanın yaklaşık
Adıyaman Fayı, Doğu Anadolu Fayı’nın bir koludur. Sol
yanal atımlı bir fay sistemi olan Adıyaman Fayı, Adıyaman şehir merkezinin
güney ve güneybatısında arazide ve uydu görüntülerinden rahatlıkla
gözlenebilmektedir. Fayı ilk kez Perinçek vd. (1987) tanımlamışlardır.
Araştırmacılara göre, DAFZ’nın bir kolu olan AFZ kuzeydoğuda Palu ile
güneybatıda Besni arasında yaklaşık
Adıyaman Fayı, havzada Fırat Nehir yatağını
Adıyaman’ın
güneybatısında, Atatürk Barajı aksının hemen önünden geçen Bozova Fayı,
Kampaniyen döneminde Kretase tektonizmasının etkisiyle oluşan kuzeyi düşük
normal bir faydır (Sungurlu, 1973).
Bölgede orojenez etkisiyle şaryajlar ve çekim fayları
da oluşmuştur. Syteyrik fazıyla oluşan ekayların en belirgin olanları Şerefli
Bindirmesi, Koçali Bindirmesi, Berdeso Bindirmesi, Pambulluk Bindirmesi,
Artan-Oluklu Bindirmesi’dir. Daha
sonraları normal fay görünümü kazanan Narince-Çepenek Fayı’yla Halof,
Çemberlitaş, Adıyaman yapılarının güneylerinde yer alan faylar alta bindirme
veya ters fay şeklinde gelişmiştir (Öğrenmiş, 2001).
Görüldüğü gibi kalın Neojen tortullarıyla örtülü ve çok
yoğun tektonik yapılara sahip Adıyaman Havzası ve havzanın kuzey kenarında
kurulmuş olan Adıyaman kenti 6 Şubat depremlerinden oldukça fazla
etkilenmiştir. Depremler ile yıkılan bina sayısı Adıyaman kent merkezinde 1442,
Kahta ilçe merkezinde ise 168’dir. Adıyaman il genelinde ise yıkık, acil
yıkılması gereken ve ağır hasarlı bina sayısı ise 56.256’dır.
6. SONUÇ
6 Şubat Kahramanmaraş depremleri, etki alanı ve
sonuçları itibariyle yeryüzünde nadir yaşanabilecek depremlerdendir. Depremin
aynı gün iki farklı ama birbiriyle bağlantılı fay hatlarında meydana gelmesi ve
çok geniş bir alanı etkilemesi, yıkımın hem kuzey-güney, hem de batı
doğrultusunda deprem odağına yakınlık kriterine göre farklı ve şaşırtıcı
etkiler bırakması bize yer şekillerinin çok zengin ve çeşitli olduğu bölgede
jeomorfolojik analiz yapabilme imkanını vermiştir. Tarih boyunca yıkıcı
depremlerin sıkça yaşandığı Türkiye’nin güneydoğusunun tektonik yapılar
açısından oldukça yoğun ve aktif olduğu bilinmekteydi. Özellikle, yer kabuğunda
görülebilecek farklı karakterdeki fay yapılarının bölgede bir arada bulunduğunu
belirtmek gerekir (gerilmeli yapılara bağlı faylar, genişleme ve kaçış
tektoniğine bağlı yapılar, transform ve doğrultu atımlı faylar, bindirme ve
şaryajlı yapılar, oblik faylar vs.). Bu tektonik çatının denetiminde,
epirojenez, şiddetli orojenez ve volkanik faaliyetler gibi yerin iç
dinamiklerinden kaynaklanan jeomorfolojik süreçler yanında değişen iklimlerin
neden olduğu şiddetli erozyonal ve sedimantasyon olayları bölgede birbirinden
farklı köken ve karakterde yer şekillerinin, özellikle birbirine benzemeyen
havza ve ovaların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ne yazık ki ulaşım avantajı ve
uygun topoğrafik koşullar nedeniyle insanların en kolay yerleşebildikleri
alanlar olmaları nedeniyle bu sahalar yoğun bir şekilde yerleşemeye sahne
olmuştur.
Deprem etkilerinin dağılış haritaları incelendiğinde
yıkımın en fazla olduğu alanlar bu yoğun nüfusun yerleşmiş olduğu alanlar
olduğu göze çarpar. Aynı şehirde bile (örneğin Kahramanmaraş’ta) havza tabanı
ve havza kenarı alanlarda depremin etkilerinin farklı olduğu görülür. Bu durum ‘basen
etkisinin’ üzerinde önemle durulması gereken bir konu olduğunu göstermektedir.
CBS ortamında yapılan analizler bu durumu apaçık ortaya
koymaktadır. Nitekim; İl bazında yıkık, acil yıkılması gereken ve ağır hasarlı
bina sayılarıyla oluşturulan haritalara göre en yüksek değere sahip ilin Hatay
olduğu görülür. Hatay’ı Kahramanmaraş, Malatya ve Adıyaman izlemektedir. En
düşük değerlere sahip iller ise Adana, Kilis ve Şanlıurfa’dır.
İlçe bazında 6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen
depremlerden 10 gün sonra yıkık bina verileriyle elde edilen harita analizleri,
Samandağ’dan Pazarcık ve Kahramanmaraş depresyonuna uzanan Antakya-Maraş
Grabeni içindeki ovalarda yer alan ilçelerin, ayrıca Ekinözü’nde meydan gelen
ve aynı gün gerçekleşen ikinci büyük depremin lokasyonu nedeniyle, merkezinde
Malatya’nın Doğanşehir ilçesinin olduğu kuzeydeki ova ve depresyonlarda bulunan
ilçelerin en fazla yıkıma uğrayan alanlar olduğunu göstermektedir. Deprem odak
noktalarına yakın olmalarına rağmen, bazıları ova ve havza tabanlarında yer
aldıkları halde Amanos Dağları’nın batısındaki ve Gaziantep-Şanlıurfa
paltolarındaki yerleşmelerde yıkımın çok az veya olmadığı görülmektedir.
Meydana gelen depremlerde en kritik alanların güneyde
Amik Ovası’ndan başlamak üzere Kahramanmaraş’a kadar olan güney-kuzey
doğrultusunda uzanan Antakya-Maraş Grabeni ve Elbistan’dan başlamak üzere
Güneydoğu Toroslar gerisindeki tektonik havzalar ile yine Güneydoğu Toroslar
güneyindeki tortulanma havzaları olduğunu söyleyebiliriz. Yıkımın düşük olduğu
alanlar ise Amanoslar batısı, Karacadağ’ı merkeze alan kuzey-güney yönlü bir
hat ve bölgenin güneyindeki Gaziantep-Şanlıurfa kalker platosudur.
6 Şubat depremleri ve sonrasındaki 10 gün içinde
meydana gelen artçılarla ilçe bazında yıkılmış bina sayısı büyüklüklerinin ana
jeomorfolojik birimler üzerindeki konumlarının genellikle ova ve havza
üniteleri üzerinde olduğu görülmektedir. Bu durum deprem ve jeomorfoloji
ilişkisinin göz ardı edilemeyeceğini, hatta ova ve havzaların da köken, oluşum
ve litolojik karakterlerinin detaylıca araştırılması ve bilinmesi gerektiğini
göstermektedir.
Bölgenin iki önemli orojenik kuşağı olan Güneydoğu
Toroslar ve Amanos Dağları deprem dalgalarının ve etkilerinin yayılmasında
farklı davranışlar sergilemektedir. Amanos Dağları deprem etkilerine karşı bir
bariyer görevi görürken Güneydoğu Toroslar’da aynı özellik görülmemektedir.
Bu sonuçlar deprem risk haritalarının sadece tektonik
hatalara bağlı değil, bunlara yakın, hatta uzak ova ve havza morfolojilerinin
de dikkate alınarak hazırlanması gerektiğini göstermektedir. Deprem ve risk
haritaları hazırlanırken daha önce olmuş depremlerin etkileri ve etki alanları
incelenerek havzaların ve diğer yer şekillerinin karakterleri ve özellikleri
belirlenerek dikkate alınması, bu konudaki detay jeomorfolojik araştırmaların
yapılması gerekir.
KAYNAKLAR
AA. Gündem:Asrın Felaketi. 25.07.2024
tarihinde: https://www.aa.com.tr/tr/asrin-felaketi/yapi-stokunun-yuzde-75ini-kaybeden-mahallede-afet-konutlari-depremde-ayakta-kaldi/2861540
adresinden alındı.
AFAD. 22.02.2023 tarihinde: https://deprem.afad.gov.tr/map 22.02.2023 adresinden alındı.
Akdemir, İ. O. (2004). Gölbaşı
İlçesinin (Adıyaman) Beşeri ve İktisadi Coğrafyası, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Elazığ.
Akıl, B., Akpınar, K., Üçkardeşler,
C., Araz, H., Sağlam, M., & Uran, Ş. B. (2008). Doğu Anadolu Fay Zonu
Üzerinde Yer Alan Gölbaşı (Adıyaman) Yerleşim Alanındaki Zeminlerin Jeoteknik
Özellikleri ve Değerlendirilmesi/Evaluation of Settlement Suitability of
Gölbaşı (Adıyaman) Town, located on the East Anatolian Fault Zone. Türkiye Jeoloji Bülteni, 51(1),
43-57.
Akkan, E. (1972). Elazığ ve Keban
Barajı Çevresinde Coğrafya Araştırmaları. Ankara
Üniversitesi, Coğrafya Araştırmaları
Dergisi, 5-6, 179-215.
Aksoy, E., Inceoez, M., &
Koçyiğit, A. (2007). Lake Hazar basin: A negative flower structure on the east
anatolian fault system (EAFS), SE Turkey. Turkish
Journal of Earth Sciences, 16(3), 319-338.
Alp, H. (2009). Doğu Akdeniz Bölgesi
Jeofizik Verilerine Dalgacık Analiz Yöntemi Uygulanarak Bölgenin Tektonik
Yapısının Araştırılması. Yayımlanmamış
Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi,
Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
Ambraseys, N. N. (1971). Value of Historical Records of
Earthquakes. Nature, 232, 375-379.
Ambraseys, N.N., Jackson, J.A.
(1998). Faulting associated with historical and recent earthquakes in the
Eastern Mediterranean region. Geophysical
Journal International, 133(2,), 390-406.
Ardos, M. (1992). Türkiye’de Kuvaterner Jeomorfolojisi.
İstanbul: İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Yayını, 3737.
Arık, F. Ş. (1992). Selçuklular
zamanında Anadolu’da meydana gelen depremler. Tarih Araştırmaları Dergisi, 16(27), 13-32.
Ayoubi, P., Mohammadi, K., & Asimaki, D.
(2021). A systematic analysis of basin effects on surface ground motion. Soil Dynamics and Earthquake Engineering, 141,
16490.
Başdemir, S. E. & Dinçer, İ.
(2019). Osmaniye ili alüvyal zeminlerin jeoteknik incelemesi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Nevşehir
Hacı Bektaş Veli Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Nevşehir.
Benek, S. (2005). Changes/Developments
The Gap Brought Out In The Socio-Economical Structure of Province of Sanliurfa.
Marmara Geographical Review, (11),
123-146.
Berberian, M. (1995). Master “blind”
thrust faults hidden under the Zagros folds: active basement tectonics and
surface morphotectonics. Tectonophysics,
241(3-4), 193-224.
Bingöl, A.F., Beyarslan, M., Kürüm,
S., Rizeli, M.E., Ertürk, M.A., Sar, A. (2022). Elazığ-Malatya-Adıyaman Bölgesinin (Güneydoğu Anadolu Orojenik
Kuşağı,Türkiye) Tektonik Çerçevesi ve Evrimi. II. Toros Jeolojisi
Sempozyumu 28-30 Kasım 2022, 28-29, MTA Jeoloji Etütleri Dairesi Bilimsel
Etkinlikleri-2022, Ankara.
Biricik, A. (1994). Gölbaşı
Depresyonu (Adıyaman). Türk Coğrafya
Dergisi, (29), 53-81.
Biricik, A. S. & Kurt, H. (1998).
27 Haziran 1998 Adana Ceyhan Depremi. Marmara
Coğrafya Dergisi, (2), 95-121.
Bozkurt, E. (2001). Neotectonics of
Turkey-a synthesis. Geodinamica Acta,
14, 3-30.
Coşkun, B. (1994). Oil Possibility of
Duplex Structures in the Amik-Reyhanlı Basin, SE Turkey. Journal of Petroleum Geology, 17, 461-472
Coşkun, B. (2004). Arabian-Anatolian
plate movements and related trends in Southeast Turkey's oilfields. Energy sources, 26(11), 987-1003.
Demir, T., Seyrek, A., Westaway, R.,
Bridgland, D., & Beck, A. (2008). Late Cenozoic surface uplift revealed by
incision by the River Euphrates at Birecik, southeast Turkey. Quaternary International, 186(1),
132-163.
Demirkol, C. (1988). Türkoğlu
(Kahramanmaraş) Batısında Yer Alan Amanos Dağlarının stratigrafisi, Yapısal
Özellikleri ve Jeotektonik Evrimi, M.T.A
Dergisi, 108, 18-37, Ankara.
Ege, İ. & Kortuk, İ. (2015).
Düziçi Ovası (Düziçi/Osmaniye) Ve Yakın Çevresinin Jeomorfolojisi. TheJournal of Academic Social Science
Studies, 33(1), 295-313.
Ege, İ. (2014). Antakya-Kahramanmaraş
Grabeninde Aktif Tektoniğe Ait Jeomorfolojik Gözlemler/Geomorphological
Observations Related To Active Tectonic In Antakya-Kahramanmaraş Depression. Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, 11 (26), 71-88.
Ercan, T., Şaroğlu, F., Turhan, N.,
Matsuda, J.I., Fujitani, T., Notsu, K., Bağırsakçı, S., Aktimur, S., Can, B.,
Emre, Ö., Akçay, A.E., Manav, E., Gürler, H. (1991). ‘The Geology and Petrology
of the Karacadağ Volcanites. Bulletin of
the Geological Congress of Turkey, 6, 118-133.
Ergin, M.,
(1999). Kilikya Bölgesinin
güncel sismisitesi ve
güncel sismotektoniği. Yayımlanmamış
Doktora Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi,
Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
Erinç, S. (1980). Kültürel Çevrebilim Açısından Güneydoğu
Anadolu (İst. ve Chicago Üniversiteleri Karma Projesi), Güneydoğu Anadolu
Tarihöncesi Araştırmaları. İstanbul: İstanbul Üniv. Ed. Fak. Yayını,
No:2507.
Eriş, K. K. (2013). Late
Pleistocene–Holocene sedimentary records of climate and lake-level changes in
Lake Hazar, eastern Anatolia, Turkey. Quaternary
international, 302, 123-134.
Eriş, K., Akçer Ön, S., Çaǧatay, N., Nagihan
Aslan, T., & Barış Ülgen, U. (2016, April). Deciphering paleoclimatic
responses for the evolution of Late Pleistocene to Holocene sedimentary records
of Lake Hazar, eastern Anatolia, Turkey. In EGU General Assembly Conference
Abstracts (pp. EPSC2016-1674).
Erol, O. (1963). Asi Nehri Deltasının Jeomorfolojisi ve Dördüncü Zaman Deniz Akarsu
Sekileri. Ankara: Ankara Üniversitesi, D.T.C.F Yayınları, Sayı:148.
EROL, O. (2003). Ceyhan Deltasının
Jeomorfolojik Evrimi. Ege Coğrafya
Dergisi, 12(2), 59-81.
Esen, F. & Tonbul, S. (2022).
Elbistan Havzası’nın Genel Morfotektonik Dinamiklerinin Jeomorfometrik
İndislerle Analizi. Bingöl Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (24), 618-639.
Esen, F. (2014). Elbistan Havzası’nın
Fiziki Coğrafyası. Yayımlanmamış Doktora
Tezi, Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ.
Esentürk, Y., Ökse, A. T., Görmüş, A.
(2007). Anadolu Bronz Çağın’dan Deprem
İzleri, (Earthquake Traces In The Anatolian Bronze Age). İnternational
Earthquake Symposium 2007, 22-26, Kocaeli.
Genç, Ş. C. (1987). Cela-Koçdağı-Kızıldağ
(K.Maraş İli) dolaylarının jeolojisi.
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
İstanbul Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
Gözübol, A. M.,& Gürpınar, O.
(1980). Kahramanmaraş Kuzeyinin Jeolojisi
ve Tektonik Evrimi. Türkiye 5. Petrol Kongresi, (21-29), Ankara.
Günek, H., Yiğit, A. (1995). Hazar Gölü Havzasının Hidrografik
Özellikleri (Specificity of the Lake Hazar Basin hydrography). Symposium on
Lake Hazar and its environment, 91–103, Sivrice-Elazığ,
Haksal, A. (1981). Petrographie und
Geochemiedes Schildvulkans Karacadağ.
Yayımlanmamış Doktora tezi, Hamburg
Üniv. Almanya.
Hubert-Ferrari, A., Avşar, U., El
Ouahabi, M., Lepoint, G., Martinez, P., & Fagel, N. (2012). Paleoseismic
record obtained by coring a sag-pond along the North Anatolian Fault
(Turkey). Annals of Geophysics, 55(5),
929-953.
Hunter, J. A., Crow, H. L., Brooks,
G. R., Pyne, M., Lamontagne, M., Pugin, A. J. M., ... & Duxbury, A. (2010).
Seismic site classification and site period mapping in the Ottawa area using
geophysical methods. Geological Survey of Canada, Open File 6273. 2010,
Seismic Site Classification and Site Period Mapping in the Ottawa Area using
geophysical Methods, Geological Survey of Canada, Open File 6273, 80.
Işık, N. S. (2023). Basen ve Yakın
Fay Etkilerinin Deprem Yer Hareketi Üzerindeki Etkileri, Kahramanmaraş Pazarcık
Depremi Antakya Kayıtlarının Değerlendirilmesi. Jeoloji Mühendisliği Dergisi, 47(1), 67-86.
İmamoğlu, M. Ş. & Gökten, E.
(1996). Doğu Anadolu fay zonu Gölbaşı kesimi neotektonik özellikleri ve
Gölbaşı-Saray fay kaması havzası. Türkiye Jeoloji Kurultayı Bülteni, 11,
176-184.
İmamoğlu, M. Ş. (1993). Gölbaşı
(Adıyaman)-Pazarcık-Narlı (K. Maraş) Arasındaki Sahada Doğu Anadolu Fayı’nın
Neotektonik İncelemesi. Yayımlanmamış
doktora tezi, Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
İmamoğlu, M. Ş. (2019). Diyarbakır il
merkezi ve çevresinin depremselliği ve zemin özellikleri. Dicle Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Mühendislik Dergisi,
10(2), 697-707.
İTÜ. (Mart2023). 04.17 Mw 7, 8 Kahramanmaraş (Pazarcık, Türkoğlu), Hatay (Kırıkhan) ve
13.24 Mw 7, 7 Kahramanmaraş (Elbistan/Nurhak-Çardak) depremleri: Nihai Rapor. İstanbul:
İstanbul Teknik Üniversitesi.
İTÜ. (Şubat 2023). 04.17 Mw 7, 8 Kahramanmaraş ve 13.24 Mw 7, 7
Kahramanmaraş depremleri: Ön Rapor. İstanbul: İstanbul Teknik
Üniversitesi.
Jeomorfoloji Deneği. (2023). 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş Depremlerine Dair Jeomorfolojik Ön
Tespitler.
https://drive.google.com/file/d/1Az6BDwV5bkm_KOXkoOa22Ix7MgP5rrkS/view
Kalelioğlu, E. (1971). Gaziantep
Yöresinin Fiziki Coğrafyası. Ankara
Üniversitesi, DTCF Coğrafya Araştırmaları Dergisi, 140, 204.
Karabacak, V. (2007). Ölü Deniz Fay
Zonu Kuzey Kesiminin Kuvaterner Aktivitesi. Yayınlanmamış
Doktora Tezi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü,
Eskişehir.
Karadoğan, S. & Tonbul, S.
(2019). Adıyaman Havzasının Jeomorfolojik Özellikleri. The Journal of Academic Social Science, 1(1), 182-217.
Karadoğan, S. (2019) Kuruluş Yeri Açısından Diyarbakır Kentinin
Sitüasyonu ve Jeoloji-Jeomorfoloji İlişkileri. Uluslararası Katılımlı 72.
Türkiye Jeoloji Kurultayı, 28 Ocak–01 Şubat 2019, Ankara.
Karadoğan, S. (2022). Doğal ortam
özellikleri ve etkileri bakımından Diyarbakır Havzası. Bulut, M. (Ed), Diyarbakır portresi içinde, (s.23-54).
Ankara: Detay Yayıncılık.
Karadoğan, S. ve Kozbe, G. (2013). Yukarı
Dicle Havzasının (Batman-Bismil Arası) Jeomorfolojik Özellikleri ve Arkeolojik
Yerleşme/Buluntu Yerlerinin Dönemler Boyunca Mekan Etkileşimleri. Öner, E. (Ed), İlhan Kayan için Armağan Yazılar içinde, (s.540-564), İzmir: Ege Univ. Yay. No: 181.
Karadoğan, S., & Kuzucuoğlu, C.
(2019). Geomorphic Response to Rapid Uplift in a Folded Structure: The Upper
Tigris Case. Kuzucuoğlu, C., Kazancı,
N., Ciner, A.,(Eds.) in Landscapes and
Landforms of Turkey, (p.521-532). Springer.
Karadoğan, S., Yıldırım, A., Atalay,
İ. (2010). Seismisity Analysis of
Southeast Anatolia With GIS Method, Proceedings:Potentials and problems of
Naturel Environment. 7. Turkey Romania Geographical Academic Seminar, June
1-9, 2010, p. 13-30, Antalya.
Karataş, A. (2010). Hatay İli’nin Su
Potansiyeli ve Sürdürülebilir Yönetimi.
Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, Mustafa Kemal
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Antakya/HATAY
Kavuzlu, M. (2006). Altınözü (Antakya) ve Yakın Civarının
Tektono-Stratigrafisi. Yayımlanmamış
Doktora Tezi, Çukurova Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Adana.
Korkmaz, H. (2000). Kahramanmaraş
Havzası’nın Jeomorfolojisi. Yayımlanmamış
Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Korkmaz, H. (2008). Antakya-Kahramanmaraş
Graben Alanında Kurutulan Sulak Alanların (Amik Gölü, Emen Gölü ve Gâvur Gölü
Bataklığı) Modellerinin Oluşturulması. Mustafa
Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 5(9), 19–37.
Kuterdem, N. K. & Dirik, K.
(2007). Determination of the morphotectonic features and stress state of a
region using Geographic Information Techniques: a case study from the
İsmetpaşa-Gerede segment of the North Anatolian Fault. Türkiye Jeoloji Bülteni, 50(1),
41-55.
Matney, T. (2004). Seventh Preliminary Report on Excavations at Ziyaret Tepe, 2003 Season.
Kazı Sonuçları Toplantısı, 26: 63-74.
Moreno, D. G., Hubert‐Ferrari, A., Moernaut, J., Fraser, J. G., Boes, X., Van
Daele, M., ... & De Batist, M. (2011). Structure and recent evolution of
the Hazar basin: A strike‐slip basin on the East Anatolian
fault, eastern Turkey. Basin Research, 23(2), 191-207.
Mülazımoğlu, N. (1980). İskenderun Körfezi ve
Çevresinin Jeomorfolojik Etüdü. Yayımlanmamış
Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Bilimler Enstitüsü,
İstanbul.
Nalbant S.S.,
Mecloskey, J., Steacy
S., Barka A.A.
(2002). Stress accumulation and
increased seismic risk in Eastern Turkey. Earth
and Planetary Science Letter, 195, 291-298.
NASA.Earthquake Damage in Türkiye, 25.07.2024 tarihinde: https://earthobservatory.nasa.gov/images/150949/earthquake-damage-in-turkiye adresinden alındı.
Öğrenmiş, İ.Y. (2001). Adıyaman ve Kahta Dolaylarının Jeolojisi ve
Petrol Potansiyeli. Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Elazığ.
Ökeler, A. (2003). Klikya
Bölgesi'nin Güncel Depremselliği ve
Gerilme Analizi. Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü,
İstanbul.
Öz E., (2003). Gölbaşı Depresyonu'nda
(Adıyaman) Doğu Anadolu Fayı'nın Jeomorfolojik Birimlere Etkisi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Fırat
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ.
Özdemir, M.,& Özsarı, F. (2009). Ar 20069698 Ruhsat No`lu Kahramanmaraş
Elbistan Linyit Sahası Buluculuk Talebine Esas Jeoloji ve Rezerv Raporu.
Ankara: MTA Raporu, Derleme No: 11179.
Özfırat, A. (2006). Üçtepe II: Tunç Çağları (13-10. Yapı
Katları). İstanbul: Ege Yayınları.
Pamukçu, O. A., Çırmık, A., Gönenç,
T., & Uluğtekin, M. (2023). Yer
fiziği Anabilim Dalı Deprem Ön Değerlendirme Raporu. İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi, Mühendislik
Fakültesi, Jeofizik Mühendisliği Bölümü.
Perinçek, D. & Çemen, I. (1990).
The structural relationship between the East Anatolian and Dead Sea fault zones
in southeastern Turkey. Tectonophysics, 172(3-4),
331-340.
Perinçek, D., Eren, A.G. (1990). Doğrultu Atımlı Doğu Anadolu ve Ölüdeniz Fay
Zonları Etki Alanında Gelişen Amik Havzasının Kökeni. Ankara: Türkiye 8.
Petrol Kongresi Bildiri Kitabı, 180-192.
Perinçek, D., Günay, Y., & Kozlu,
H. (1987). Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgesindeki yanal atımlı faylar. Ankara: Türkiye 7. Petrol Kongresi
Bildiri Kitabı, 89-114.
Perinçek, D., Günay, Y., Kozlu, H.
(1987). Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgesindeki Yanal Atımlı Faylar ile İlgili Yeni Gözlemler. Ankara:Türkiye
Petrol Jeologları Demeği, TMMOB Petrol Müh. Odası, 89-104.
Perinçek, D., Siyako, M., &
Bahtiyar, İ. (2010). Paleozoic-Cenozoic Stratigraphy of Southeast Anatolia and
the East Anatolian Fault System. Tectonic Crossroads: Evolving Orogens of
Eurasia-Africa and Arabia, 03-08.
Saber, R., Çağlayan, A., Işık, V.
& Seyitoğlu, G. (2014, December). The
Geomorphological Developments Along the East Anatolian Fault Zone, Turkey.
In AGU Fall Meeting Abstracts (Vol. 2014, pp. T23C-4695).
Schachner, A., 2002, Ausgrabungen in
Giricano (2000-2001), Neue Forschungen an der Nordgrenze des Mesopotamischen
Kulturraums, Istanbuler Mitteilungen,
52, 9-57.
Seyitoğlu, G., Korhan, E., Bülent, B.
(2017). The Neotectonics of Southeast Turkey, Northern Syria, and Iraq: The
Internal Structure of The Southeast Anatolian Wedge And Its Relationship With
Recent Earthquakes. Turkish Journal of
Earth Sciences, S. 26, s. 105–126.
Seyrek, A., Yeşilnacar, M., Aydemir,
S. & Demir, T. (2013). Harran Ovasında Yer alan Ortaören Çökme Çukurunun
Oluşumu ve Pedo-Jeolojik Karakteristikleri.
Marmara Coğrafya Dergisi, (7).
Soysal, H., Sipahioğlu, S., Kolçak,
D., Altınok, Y. (1983). Türkiye ve
Çevresinin Tarihsel Deprem Kataloğu. Ankara: TÜBİTAK, Proje No: TBAG 341.
Sözer, A.N. (1969). Diyarbakır Havzası. Ankara: Diyarbakır
Tanıtma ve Turizm Derneği Yay. Tarih ve Coğr. Dizi No:4.
Sözer, A.N. (1984). Güneydoğu
Anadolu’nun Doğal Çevre Şartlarına Coğrafi Bir Bakış. Ege Coğrafya Dergisi, 2, 8–30.
Sungurlu, 0. (1974). VI. Bölge Kuzey Sahalarının Jeolojisi.
Ankara: TPAO Araştırma Merkezi Grup Başkanlığı, Rapor No: 871.
Şahinalp, M. S. (2019). Fonksiyonları
ve Arazi Kullanım Problemleri Açısından Suruç Şehri Suruç City With Regard to
its Functions And Land Use Problems. The
Journal of International Social Research,
12(68).
Şaroğlu F., Yılmaz, Y. (1986). Doğu
Anadolu'da neotektonik dönemdeki jeolojik evrim ve havza modelleri. Maden Tetkik ve Arama Dergisi, 107,
73-94.
Tarhan, N. (1982). Göksun-Afşin-Elbistan Dolayının Jeolojisi.
Ankara: MTA Genel Müdürlüğü Kütüphanesi, Derleme No: 7296.
Tonbul, S. (1987). Elazığ Batısının
Genel Jeomorfolojik Özellikleri ve Gelişimi. Jeomorfoloji Dergisi, 15, 37-52.
Tonbul, S. (2012). Erkenek Polyesi (Güneydoğu Toroslar,
Malatya). UJES–III, Bildiriler Kitabı, 114, 129, Hatay.
Tonbul, S., Karadoğan, S., &
Özcan, N. (2005). Elazığ Kenti ve Yakın
Çevresi İçin CBS Ortamında Olası Doğal Risk Değerlendirmesi ve Afet Bilgi Sistemi
Örnek Uygulaması. Ege Üniv. CBS Sempozyumu ve Sergisi, 27-29. İzmir.
Tonbul, S., Özdemir, M.A. (1990).
Elazığ Doğusu (Kovancılar Ovası ve Palu Çevresinin) Uygulamalı Jeomorfoloji
bakımından incelenmesi. Fırat
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 4,(2).
Toprak, V., Rojay, B., Heimann, A.
(2002). Hatay Grabeninin Neotektonik Evrimi
ve Ölüdeniz Fay Kuşağı İle
İlişkisi. Ankara: TÜBİTAK, Proje No: YDABAG-391.
TV5. 11 ildeki yıkımın detayları
ortaya çıktı: Depremde hangi ilde kaç bina yıkıldı? 22.02.2023 tarihinde: https://www.tv5.com.tr/11-ildeki-yikimin-detaylari-ortaya-cikti-depremde-hangi-ilde-kac-bina-yikildi
adresinden alındı.
Ünlügenç, U. C., Akıncı, A. C., &
Öçgün, A. G. (2023). 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş-Gaziantep Depremleri; Adana İli
ve Yakın Kesimlerine Yansımaları. Geosound, 57(1),
1-41.
Westaway, R. O. B. & Arger, J. A. N.
(1996). The Gölbaşı basin, southeastern Turkey: a complex discontinuity in a
major strike-slip fault zone. Journal
of the Geological Society, 153(5), 729-744.
Yalçınlar, İ. (1961). Strüktüral Morfoloji II. İ. Ü. Coğrafya
Enstütüsü Yay. No: 29, İstanbul.
Yıldırım, M. (1989).
Kahramanmaraş Kuzeyinde (Engizek
Nurhak Dağlarında) Tektonik
Birliklerin Jeolojik Petrolojik
İncelenmesi. Yayımlanmamış Doktora Tezi,
İstanbul Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
Yılmaz, Y., Gürpınar, O., Yiğitbaş,
E. (1988). Amanos Dağları ve Maraş Dolaylarında Miyosen Havzalarının Tektonik
Evrimi, T.P.J.D Bülteni,
52-72,Ankara.
Yılmaz, Y., Şaroğlu, F. & Güner,
Y. (1987). Initiation of the Neomagmatism in East Anatolia. Tectonophysics, 134, 177-199.
Yılmaz, Y., Yiğitbaş, E., Genç, Ş.C.
(1984). GD Anadolu Orojenik Kuşağının
Batı Kesiminin Jeolojik Evrimi. Ozan Sungurlu Sempozyumu Bildirileri,
356-365, Ankara.
Yiğit, A. (2002). Güneydoğu
Toroslar’ın yöresel etüdü. Fırat
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 12(1), 47-77.
Yusufoğlu, H. (2013). An intramontane
pull-apart basin in tectonic escape deformation: Elbistan Basin, Eastern
Taurides, Turkey. Journal Of Geodynamics,
65, 308-329.
Yücel, T. (1986). Bir coğrafyacı gözüyle Elbistan-Palu Oluğu.
Fırat Havzası Coğrafya Sempozyumu, 299-305, Elâzığ.
Yürür, M. T. And Chorowicz, J.
(1998). Recent Volcanism, Tectonics and Plate Kinematics Nearthe Junction of
theAfrican, Arabian and anatolian Plates in 81 the Eastern Mediterranean. Journal of Volcanology and geothermal
Research, 85, 1-15
Zengin, E. (2005). Adıyaman Fay
Zonunun Kuzeydoğu Bölümünün Sismotektonik Özellikleri. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi, Fen
Bilimleri Enstitüsü, Elazığ.
Şekil
1. 6
Şubat 2023 tarihinde Türkiye’nin Güneydoğusunda meydana gelen depremlerin ve
depremden sonraki 7 gün içinde meydana gelen artçı sarsıntıların dağılışı
(Kaynak: AFAD).
Şekil
2. Anakaya ve havza tortulları
üzerinde bulunan farklı zeminlerin deprem yer hareketini büyütme
mekanizmalarının şematik gösterimi (Hunter vd., 2010’dan değiştirilerek).
Şekil 3. Güneydoğu Anadolu ve Doğu Akdeniz’de
meydana gelen tarihsel bazı depremler (Karabacak, 2007).
Şekil
4. Aletsel dönemde
Türkiye’nin güneydoğusu ve Doğu Akdeniz’de meydana gelen meydana gelen M>3.0
depremlerin dağılışı (Karadoğan vd., 2010’den değiştirilerek).
Şekil
5. Aletsel dönemde
bölgede meydana gelen M>3.0 depremlerin (6 Şubat 2023 depremleri hariç)
hotspot analizi (Kırmızı yıldızlar 6 Şubat depremlerinin konumunu
göstermektedir).
Şekil 6.
Yıkık, acil yıkılması gereken ve ağır hasarlı binaların iller göre dağılımı
(Sınıflama doğal kırılma eşiklerine göre yapılmıştır).
Şekil 7.
6 Şubat depremleri ve sonrasındaki 10 gün içinde meydana gelen artçılarla
yıkılmış bina sayılarının ilçe bazında dağılımı (Sınıflama doğal kırılma
eşiklerine göre yapılmıştır).
Şekil 8.
6 Şubat depremleri ve sonrasındaki 10 gün içinde meydana gelen artçılarla ilçe
bazında yıkılmış bina verileriyle elde edilmiş sıcak noktalar haritası
(Sınıflama doğal kırılma eşiklerine göre yapılmıştır. Taban harita renksizdir).
Şekil 9.
6 Şubat depremleri ve sonrasındaki 10 gün içinde meydana gelen artçılarla ilçe
bazında yıkılmış bina sayısı büyüklüklerinin ana jeomorfolojik birimler
üzerindeki konumu (1-Güneydoğu Toroslar, 2-Amanoslar, 3- Karstik Platolar,
4-Karacadağ Volkanik kütlesi, 5-Hazar Gölü Havzası, 6-Elazığ Çevresindeki
Ovalar, 7-Araban Ovası , 8-Yavuzeli Ovası, 9-Suruç Ovası, 10-Harran-Akçakale
Ovası, 11-Birecik - Kargamış Ovası, 12-Diyarbakır Havzası, 13-Adıyaman Havzası,
14-Malatya Havzası, 15-Elbistan Havzası, 16-Çukurova, 17-İskenderun,
Dörtyol-Erzin ve Osmaniye ovaları, 18-Amik Ovası, 19-Narlı ve Pazarcık Ovaları,
20-Ergani Ovası, 21-Gölbaşı-Azaplı-İnekli Depresyonu, 22-Erkenek Polyesi,
23-Kahramanmaraş ovaları, 24-Düziçi Ovası, 25-Osmaniye Ovası, 26-Samandağ
Ovası).
1Prof. Dr. Sabri
KARADOĞAN (Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fak.
Sosyal Bilimler ve Türkçe Eğitimi Bölümü, Coğrafya Eğitimi Anabilim Dalı, Diyarbakır/TÜRKİYE), mail: skaradogan@dicle.edu.tr, https://orcid.org/0000-0002-0680-5745
[2]Dr.
Öğr. Üyesi Hurşit YETMEN (Harran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Coğrafya
Bölümü, Şanlıurfa,TÜRKİYE), mail: hyetmen@gmail.com,
https://orcid.org/0000-0003-4164-6951
3Prof. Dr. Catherine
KUZUCUOĞLU (UMR 8591 (LGP), CNRS & Paris 1 & Paris 12, Thiais, FRANCE),
mail:catherine.kuzu@gmail.com,
https://orcid.org/0000-0002-0235-0704